asan Aksay gazeteci yazar ve siyasetçi. Genç yaşta çeşitli gazete ve dergilerde yazmaya başlamış. Yazdığı yazılar ona siyasetin kapısını açmış. Dergi çıkarmak için yaşını mahkeme kararıyla büyüten Aksay bu sayede daha sonraki yıllarda meclise giren en genç milletvekili olmuş. Bakanlık görevinde de bulunan Aksay, Necmettin Erbakan’ın yönlendirmesiyle Milli Gazeteyi kuran bir isim. Aksay ile siyasetten yola çıkarak Milli Gazete’yi kurma hikayesini konuştuk. Buyrun.
Anadolu’da doğup büyüyorsunuz. Ev ortamınız nasıldı?
- Çocukluğumdan hatırladıklarım: Köyde okuyan yoktu ama Baki abim mühendislikte, Ali abim hukukta, küçük abim Osman da lisedeokuyordu. Üçü de İstanbul’daydı. Babam yine o yıllarda birCuma hutbesinden sonra hapse atıldı. 500 kişinin şahit olduğuolayda söylemediği bir sözden dolayı hem de. 40 gün kaldığıhapishanede hastalandı babam. 4 bin dönüm tarla var sürülecek.Yerlerden ilgilenecek kimse lazım. En büyük abim Abdurrahmanaskerde, aileye sahip çıkmak için Baki abim o yıl fakülteyibitirip Adana’ya geldi. Ama hemen onu da askere aldılar. Bu sıradaAbdurrahman abimin askerde vefat ettiği haberi geldi. İkinci DünyaSavaşı yıllarıydı ve o dönem pek çok askerimiz açlıktan,bakımsızlıktan öldü. Demokratik Parti gelince bu konu meclisetaşındı hatta. 100 bin askerin o yıllarda bu şekilde bakımsızlıkve açlıktan öldüğü söyleniyordu. CHP ise mecliste tartışılanbu konuya itiraz etti ve 100 bin değil gerçek sayının 21 binolduğunu söyledi. O güne kadar üstü örtülen bir mesele oitiraftan sonra ilk kez resmi olarak TBMM zabıtlarına geçmişoldu.
Abinizin vefatı, babanızın hapse atılması aynı zamanda o yılların siyasi ortamına da sizi tanık etmiş diyebilir miyiz? Siyaset ortamıyla tanışmanız nasıl oldu?
Diğer abim de askere alınınca, bu sefer babam da hasta olduğundan, işlere yardım için İstanbul’da lisede okuyan küçük abim son sınıfta okulu bırakıp yanımıza geldi. Abim tarlada çalışmaya başladı o yıllarda. Ama tam o dönemde Demokrat Parti kuruluyor. Babamın yanına gelip, abimin Demokratik Parti’den o bölgenin parti başkanı olmasını istediler. Babam tarladaki abimi bir atlı gönderip çağırttı. Abim eve gelip teklifi duyunca ailesini bırakıp siyasete girmek istemedi. Bunun üzerine hasta yatağındaki babam ona dedi ki: “ Oğlum okulu bırakıp geldin yanımıza, hasta babana bakıyorsun. Bu büyük bir sevaptır. Ama asıl sevap bu mazlum millete, bu halka hizmet etmektir.” Böylece biz Demokratik Parti ile birlikte ailece siyasete girmiş olduk. DP’nin irtibat bürosu da bizim ev oldu. Bizde toplantılar yapılmaya başlandı.
CUMA NAMAZI TARTIŞMASI
Abinizin siyasete girdiği o yıllardan başka neler hatırlıyorsunuz?
- O dönem, Demokrat Parti’nin iktidara gelmeden önceki Ankara’daki son büyük kongresinde abim bir önerge veriyor. Cuma günleri resmi kurumlarda iki saat Cuma namazı için izin verilmesini istiyor verdiği önergede. Partiden 18 kişiye de bu önergesini imzalatıyor. Ama bu önerge kongrede okunmuyor bile. Sonra Celal Bayar ağabeyimi çağırıyor. “Sen bu önergeyi geri çek, biz sana Cuma vakti izin vereceğiz” diyor. Ağabeyim çok sinirleniyor. Diyor ki “Siz izin verseniz de vermeseniz de biz 18 kişi Cuma vakti Cuma namazına gideceğiz. Biz bu önergeyi tüm Türkiye için istiyoruz bu yüzden önergemi ben çekmem. Parti iktidar olunca da devlette izin olsun istiyorum.” Celal Bayar, “Hadi oradan” diyor. Bu tartışma üzerine partiden o gün abimle birlikte 18 kişi istifa ediyor. O zaman Osman Bölükbaşı bunu gazetesine manşet yapıyor. “DP’de çatlak” diye. Ankara’da epey ses getiriyor. Bu 18 kişi Milli Nizam kuruluncaya kadar bir daha partiye girmiyor.
Siyasi ortamın içinde büyümüşsünüz. Peki siyaset dışında evinizde ne tür yayınlar, kitaplar vardı. Neler okunurdu o yıllarda?
Her çeşit gazete, parti bildirileri gelirdi ve bunlar evde yüksek sesle okunur herkes dinlerdi. Babamın odasında tavana kadar kitapları vardı. Arapça, Farsça ve birkaç tane de Fransızca. Kitaplar, dergiler, gazeteler arasında büyüdüm diyebilirim.
İLK YAZIMLA SİNEMA SALONU KAPATILDI
Yazı hayatıyla ne zaman tanıştınız?
Maraş’ta ortaokulda okurken Demokrat Partili Said Emirmahmudoğlu’nun çıkardığı bir gazete vardı. Orada ara ara yazılar yazıyordum. Bir seferinde Maraş’ta bir film izledim ve bu film üzerine ağır bir eleştiri yazısı yazdım. Filmin adı “Nana” idi. Genel olarak ahlaksızlık üzerinden bir eleştiri yapmıştım. Bunun üzerine valilik sinema salonundan filmin ruhsatını istiyor, meğer o filmin ruhsatı yokmuş. Bunun üzerine 15 gün sinema salonu kapatılıyor. Bu olayla ilgili, Maraş’ta bu yazım epey konuşuldu, “sinema salonunu kapattırmış” diye benden bahsetmeye başladılar. 15 gün sonra ruhsatı alan sinema salonunun sahibi tarafından hocalarımla birlikte, aynı filmin galasına davet edildik. Locada ağırlandık. Ben de o gün yazmanın gücünü keşfetmiş oldum. Yazma konusunda bu durum beni daha da iştahlandırdı.
Üniversitede hangi yıllarda okudunuz?
1949 yılında okul açılmış, ben de 1951 yılında girdim. Ankara İlahiyat Fakültesi’nin üçüncü dönem öğrencisiyim yani okul daha mezun vermemişti. 35 kişi kaydolmuştuk. 17 kişi mezun olduk.
DERGİ ÇIKARMAK İÇİN YAŞIMI BÜYÜTTÜM
Üniversite yıllarınız nasıldı?
- Ankara’da öğrenciyken Vahdet adında bir dergi çıkarmak istedim. İki sene önce Ankara İlahiyat Fakültesi’nin ilk öğrencilerinden Hulusi Özkul Ankara’da İlahiyat Fakültesi Talebe Cemiyeti’ni kurmuş. Ben de fakülteye girdiğim sene genel sekreter, ondan sonra da bitirinceye kadar Talebe Cemiyeti Başkanı oldum. Üçüncü sene Ankara İlahiyat Fakültesi Talebe Cemiyetinde başkan, Ankara Üniversitesi Talebe Birliğinde Kültür Kolu Başkanı ve İzmir’de yapılan Kongre’de Türkiye Milli Talebe Federasyonu yönetimine seçildim. Bu görevden sonra ayda bir İstanbul’a Federasyon toplantılarına gittim. Fakülte’de ilk defa Başkan olduktan sonra Vahdet Mecmuasını çıkartmak istedim. Ancak yaşım küçük olduğu için dergi sahibi olamıyorum. Bunun üzerine avukat abim yaşımı büyütmek için dava açtı ve yaşımı mahkeme kararıyla büyüttü. Bu arada üç dernekte görev alınca, abime dergiyle uğraşacak vaktim kalmadı deyince o zaman mahkeme kaydını nüfus kaydıma geçirmediler. Ama bu yaş büyütme işi milletvekili adayı olmak için tam denk geldi ve nüfusa geçirdik ve şimdiki meclis binasının ilk dönem ve en genç milletvekili olarak meclise girdim. Vahdet Mecmuasını da Adana İmam Hatip Okulu Müdür Muavini olduğum zaman çıkarttık.
Siyasete ailenizden dolayı mı yöneldiniz?
Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nden Hamdi Ragıp Atademir diye bir hoca vardı, derslerimize girerdi. Hocayı çok seviyoruz zihnimizi açıyor. Hoca hayatında öğrencilerine 10 vermemiş. Çünkü ona göre 10 mükemmeli temsil ediyor. İlk kez bu hocadan on aldım ve hoca imtihandan sonra beni odasına çağırdı ve asistan almak istediğini söyledi. Üç yıl hocayla birlikteydik. Bana bir de Akılla Neyi Bilebiliriz, Sezgiyle Neyi Bilebiliriz diye lisans tezi hazırlattı. Tezimi okuduktan sonra akşam yemeğine çağırdı ve “Seni asistan aldım” dedi ve o yaz okumam için 35 klasik batı felsefe kitabı verdi.
BU KİTAPLAR İÇİN FENERİN PİLİNE YAZIK
Okudunuz mu kitapları?
- O 35 klasik felsefe kitabını da yanıma alıp memlekete gittim. Bir yandan çift sürüyorum bir yandan da bu felsefe kitaplarının altlarını çizerek dikkatlice okuyorum. Çobanın biri geldi koyunları otlatıyor. Hava kararmak üzere ben de kitaplarımı almışım tarladan eve döneceğim. Beni durdurdu ve dedi ki: Elindeki kitapları bana da oku. Akşam güneş gitti gidecek. Havanın kararmak üzere olduğunu söyledim. “Benim fenerim var ışık tutarım okursun” dedi. Kitaptan biraz okumaya başlayınca feneri kapatıp ayağa kalktı. “Benim fenerimin piline yazık, ben de Kur’an’dan bir şey okuyacaksın sandım” deyip gitti.
HOCAM YURT DIŞINA GÖNDERMEK İSTEDİ
Üniversitede niçin kalmadınız?
Üniversiteden sonra öğretmen olarak Kayseri’ye atandım. Sekiz ay sonra da askere gittik. İki buçuk yıl askerlik, altı ay yedek subaylık okulu toplam üç yıl askerlik yaptım. O zaman yurt dışına gitmeyi istiyordum. Yine derslerimize gelen dönemin önemli hocalarından Rıfkı Melül Meriç var. Beni çok seviyor ve her seferinde “Yurt dışı imtihanlarına gireceksin. İspanya’ya gideceksin. Benim için de bir gün Fransa’ya gezmeye gideceksin. İspanya’dan Fransa’ya doğru giderken otobüs Pireneler’de mola verir. O mola verilen yerde bir yokuş vardır. Endülüs Valisi Abdurrahim Gafiki’nin orduları orada konaklamıştır. Sen orada bir ezan okuyacaksın ve bana da orada bir dua edeceksin” diyordu. Ben yurtdışı sınavlarını kazandım hocam da benim için bakanlığa gitti, “Hasan Aksay’ı İspanya’ya vereceksiniz” diye oradakilerle görüştü. Ancak sınavı kazandığım halde bana bakanlıktan “Şu belgeleri hazırlayıp Eylül’de gel” dediler. Eylül’de gittim bu sefer de “Bizim ilahiyatçıya ihtiyacımız yok” deyip beni diskalifiye ettiler ve yerime başkasını gönderdiler.
YAZDIĞIM BİR YAZI YÜZÜNDEN EVLİLİKTEN VAZGEÇTİ
Siz ne yaptınız?
- 1955’te mezun oldum 1956 yılında askere gittim. Öğrenciyken çıkarmayı kafama koyduğum Vahdet dergisini 1958 yılında çıkarmaya başladım. Haruniye’nin kurtuluşu 8 Mart’tı. O gün de Hilal diye bir gazete çıkarıp halka ücretsiz dağıtalım dedik. Bizim alt sınıflarda bir hakimin kızı vardı babası vefat etmiş. Onla evlenmeyi düşünüyorum. Bu arada ücretsiz dağıtacağımız gazetenin sayfalarını doldurmak için her konuda yazılar yazıyorum. Bu yazılardan birisi de balolar ve danslar aleyhine. Hakimin kızı bu yazıyı okumuş. “Benimle evlenince balolara gelmeyecek misin, birlikte dans etmeyecek miyiz?” dedi. Ben de “Sen ilahiyatta okuyorsun?” dedim. Neyse bu yazı yüzünden bizim iş olmadı. Ben de Kayseri’ye gidip orada öğretmenlik yapmaya başladım. Okulda bütün boş derslere girmeye ve okulda da yatılı kaldığım için yatılı öğrencilerle de ilgilenmeye başladım. Çalışkanlığım okulun dikkatini çekmiş ve beni birkaç ay sonra baş muavin yaptılar. Bakanlıktan yazı geldi stajyerliği dolmamış birini idareci yapamazsınız diye. Neyse stajı üstün başarı ile tamamladım. Kayseri’de çocuğunu imam hatip lisesine gönderen bir fabrikatör vardı. Öğrencinin ablası varmış. Ona talip olduk ancak o zaman maaşım 167 lira. Bu parayla fabrikatör kızını geçindiremezsin dediler, o iş de olmadı.
İHTİLAL DÖNEMİ LİSEDE MÜDÜRDÜM
1960 İhtilali de sizin öğretmenlik yaptığınız yıllara rastlıyor değil mi?
Osmaniye’deydim. İhtilalin ertesi günü kimse yoktu sokaklarda. Ben de öğrencilerimi aldım ilçede herkesin buluşma alanı olan parka doğru yürüdük. Bizi jandarma gördü. Öğrencileri pikniğe götürüyorum dedim, hakkımızda işlem yapılmadı. İhtilal olunca, her kazada kaymakamın başkanlığında, varsa lise müdürü, ortaokul müdürü, maarif memuru, tahrirat katibi gibi kimseler İhtilali Yayma Komitesi oluyor. Komitenin görevi, Anadolu’yu köy köy gezip, Demokrat Parti aleyhine, ihtilalin lehine konuşmalar yapmaktı. “Demokrat Parti kötüydü ihtilal iyi oldu” denilecek.
Gittiniz mi siz de?
- Bu komite, kaymakamlıkta bulunan dairelerin kaç arabası varsa bir kısmını hizmetler için ayırıp, 5-10 aracla da köylere gitmek üzere birer başkan seçiyor. İlçe kaymakamı o dönem okula Fransızca derslerine geliyor aralarda kahve içiyoruz aramız iyi kendisiyle. Bu toplantıda kaymakam, maarif memuruna dedi ki önce düşükleri kendi aleyhinde konuşturalım, yaz birinci Hasan Aksay. Ben bir şey demeden çıktım gittim, köylere de gitmedim.
- Beni şikayet ettiler ama kaymakam tanıdık olduğu için hakkımda soruşturma açmadı. Lise müdürüyken hukuk fakültesine kayıt yaptırıp iki yıl okumuştum. Ortam daha fazla orada kalmaya uygun değildi. Yeni imkanlar araştırmaya başladım.
YAZI HAYATIM SİYASETİN KAPISINI AÇTI
Yazılarınıza dönersek? Sizi siyasete bu yazılar mı hazırladı?
Adalet Partisi kurulduğu zaman, Adana’da partinin kurucularından bir doktor vardı. Kardeşi senatör seçildi. Bunlar Adana’da Adalet diye bir dergi çıkarıyor. Burada başyazar ol diye teklifte bulundular. Ben bu haftalık dergide başmakale yazmaya başladım. Adalet Partisi ile tanışmam böyle oldu. Meğer Adalet Partisi’nden milletvekili olacakmışım.
İlk adresimiz Üretmen Han’dı
Gazetenin ilk adresi neresiydi?
Üretmen Han vardır Çatalçeşme Sokak’ta. Oranın bir katını tuttuk. Bir katta 19 oda vardı. NİDAŞ’ın deposu da bizim yine Cağaloğlu’ndaki Milli Türk Talebe Birliği’nin hemen arkasında. Muzaffer Deligöz’ü hemen deponun başına getirdik. Ondan sonra da kendisini gazetenin yazı işleri müdürü yaptık. Gazete Üretmen Han’ın birinci katında. Bu han rahmetli Nevzat Yalçıntaş’ın kayınpederine aitti.
YENİ DEVİR GAZETE SATIŞLARINI PATLATTI
Gazete ilgi gördü mü?
- Gazete ilk başlarda az satıyordu. Ben de gençlere yönelik bir gazete çıkaralım dedim Necmettin Erbakan’a. Erbakan ikna olunca Yeni Devir adlı gazeteyi kurduk. Yeni Devir kurulunca o zamana kadar 20 bin bile satılmayan bizim gazetenin satışı 40 bin oldu. Yeni Devir’de 18 bin civarında satıyordu. İki gazete birbirinin reklamını yaptıkça okurumuz arttı.
Yeni Devir gazetesinin kuruluşu nasıl oldu?
O zaman bir Ermeni gazetesi vardı. Bu gazeteyi satıyorlardı, onu aldık ve Yeni Devir gazetesi olarak çıkarmaya başladık. Yeni Devir bize hiç yük olmadı. Çünkü ilanları vardı, yük olmadığı gibi fayda da sağladı. Onun ilanlarıyla çıkardık. Zaten okurda sahip çıkınca kendini kurtardı. Milil gazete yazarları aynı zamanda Yeni Devir’de de yazmaya başladı.
Gazetenin ortamı nasıldı?
- O zaman gazetecilik bir canlılık demekti. Herkes yazı için gazeteye gelirdi. Yazarlar, herkes birbirini tanırdı. Simdi öyle değil ki kimse gazeteye gitmiyor. Yazarlar internetten yazısını gönderiyor. Kimse kimseyi tanımıyor.
Söylemediğimiz sözleri bahane ederek partiyi kapattılar
Adalet Partisi’nden meclise girip daha sonra Milli Nizam Partisi’nin kurucuları arasındasınız. O dönemi de konuşalım mı?
Milli Nizam Partisi’ni gazetelerde çıkan ama bizim hiç söylemediğimiz sözleri mahkeme delil sayıp partiyi kapattı. Bunun üzerine Necmettin Erbakan dedi ki “ Kendi gazetemizi çıkarıp doğruları biz yazalım”
Hikayesi nasıl oldu?
- Milli Nizam kapatılınca Milli Selamet Partisi kuruldu. Erbakan “Bizim hemen gazete çıkarmamız lazım” dedi. Milli Selamet Kasım’da kurulmuş ve Eylül’de de seçimler var. Yani bir senemiz bile yok önümüzde ve biz 15 ilde teşkilat kurup seçimden altı ay önce de kongre yapmamız lazım. Milletin de kongrede ne olup bittiğini okumasını istiyoruz bu arada.
Peki ne yaptınız?
Bir kere gazeteyi kuracak paramız yok zaten. Milli Nizam Partisi kapatılınca parti adına kayıtlı hiçbir şeyi kullanamıyoruz, hepsine devlet tarafından el konuluyor. Necmettin beyle birlikte tanıdık iş adamlarını dolaştık ve beş bin lira topladık. Hoca parayı bana verdi “Hadi sen gerisini halledersin, gazeteyi kurarsın artık” deyip gitti. Ortada ne doğru düzgün para var ne de başka bir şey. Ama “hoca sen yaparsın” diyor.
Diğer yandan da parti için mi çalışıyorsunuz?
- Ocak ayında kongreyi yapmamız ve bu arada da gazeteyi de çıkarıyoruz diye duyurmamız lazım. Bir yandan da kongre için çalışıyoruz. Mesela bayrak yapılacak ben Adana’ya gidiyor orada tanıdıklardan yardım istiyorum bedava orada bastırıyorum falan. Bu arada Erbakan bana diyor ki : Biz ikimiz Milli Selamet Partisi’ne girmeyelim biz girersek kapatırlar. Yani dışardan destek vereceğiz. Arabanın içinde iki üç saat oturup bunları konuştuk ve Arif Emre’yi yapalım dedi hoca. Ama toplantılarda S.Arif Emre hiç başkan koltuğuna oturmadı. Toplantılarda o koltuğa yine Erbakan otururdu. Ben de partiye kayıtlı değildim ama sağ tarafına da beni oturttu.
Gazete nasıl kuruldu?
NİDAŞ diye bir şirketimiz vardı. Milli Nizam Partisi döneminde kurulmuştu. Bu şirketi sen kuracaksın demişti hoca ama propagandasını kendi yapmıştı. Hisse senetleri 500 liraydı ve bu para toplanmıştı. Önce burayı kullanamazsınız dediler ama Avukat arkadaşımız vardı o işi halletti ve Nizam Neşriyat A.Ş olarak matbaamızı kurduk o parayla.
İlk günlerden neler hatırlıyorsunuz?
- Yokluk ve imkansızlık var. Mesela hurufat dediğimiz matbaada büyük harflerimiz yok. Bu yüzden küçük harflerden yazıyoruz. Dışardan yaptırsak çok para vereceğiz. Öyle bir yokluk ve aynı zamanda hiçbir şey de bilmiyoruz. Kağıdımız yok. Sönmez Neşriyat var onlardan kağıt istiyoruz vermiyorlar. Hürriyet’ten falan alıyoruz. Bastırmak için matbaa matbaa geziyoruz. Ama bir haftada işleri öğrenmeye başladık.
İsmi nasıl konuldu?
Milli Nizam ve Milli Selamet Parti isimlerinden ilhamla Milli Gazete denildi. İsim Necmettin beyden geldi. NİDAŞ’ın merkezi Ankara idi. Büyük bir kağıt şirketi oldu. Gazeteyi İstanbul’da çıkaralım dedik. Bu arada NİDAŞ önceki parti bünyesinde görünüyor diye burayı batırmak istiyorlar ve burası batarsa gazeteyi de batırırlar diye hemen gazeteyi kurmak istemiyoruz. Ben NİDAŞ’IN Genel Müdürüyüm o sıralar. İstanbul’da büyük bir depo açtık NİDAŞ için. Evi falan sattım 50 bin liraya onun parasını harcıyoruz. Osman abimi ortak ettim onun 27 bin lirası var onu harcıyoruz aynı zamanda. Bütün arkabalarımı gazeteye ortak ettim. Yani gazetenin ortağı çok. Elimde çok fazla hisse senedi var. Binlerce hisse senedi. Beş yüz liradan binlerce senet. Bunlarla gazeteyi kurduk.
Necip Fazıl’ı ikna etmeye evine gittim
Yazar kadronuzda dikkat çeken isimler kimlerdi?
- Necip Fazıl olmalı dedik, özel evine gidip davet ettim, kabul etti. Osman Turan vardı. Eşi Abdülhamit’in torunu Satı Sultan’dı. İhtilal döneminde, demokratik parti milletvekili olarak Yassıada’ya gönderildi. Çıktıktan sonra kendisine Adalet Partisinden Kütahya senatörlüğü teklif ettik. Ama Osman bey istemedi. Dedi ki: Teşekkür ederim ama benim buradan Kütahya’ya gelecek yol param bile yok. Milletvekilliği istemedi. Böyle bir adamdı. Arada bir de olsa yazmasını teklif ettim gazetede. Kabul etti ama bu yazılara da para istemedi. Baş yazıları da ben yazdım.
Ali Fuad Başgil’i Cumhurbaşkanı yapacaktık askeri uçakla bir bahaneyle yurtdışına çıkardılar
Meclisin en genç milletvekilisiniz. O dönemle ilgili neler hatırlıyorsunuz?
60 Darbesi sonrasında meclisteyiz. Üniversiteden arkadaşım Hasan Fehmi Boztepe Antalya’dan milletvekili seçilmişti. Meclise gelince Samsun’dan senatör olarak seçilen Ali Fuad Başgil’i hemen otel otel aramaya başladık. Barikan Otel’de olduğunu söylediler. Kapıdan girer girmez Necmettin Erbakan ile karşılaştık. Ali Fuad Başgil’i getirenler arasındaydı. Beni görür görmez yanımıza geldi “Ali Fuad Başgil’i arıyorsunuz herhalde dördüncü katta “ dedi. Dördüncü katta yanında akrabası Samsun milletvekili Ali Fuat Alişan var, birlikteler. Sohbet etmeye başladık. O sırada birkaç albay kapıyı çaldı. Ali Fuat Bey, birkaç dakika onlarla odanın dışında görüştü, bize “Milli Birlik Komitesi toplanmış ve bu albaylar beni toplantıya götürmek üzere bekliyorlar” dedi. Biz de Cumhurbaşkanlığına aday olmasını yazacağı dilekçeyi bizlerin gezdirerek imza toplayacağımızı söyledik, kabul etti. “Aşağıda imzaları bulunan isimlerin Cumhurbaşkanlığı adaylığı teklifini kabul ettiğimi arz ederim” diye yazdı. Biz ikinci bir kağıdı imzaladık, çoluk çocuk imzalamış demesinler, büyüklerden kolay imza alalım diye. Osman Bölükbaşı’nın imzasını en üste koymak istiyoruz. Bu arada bizim dışımızda Ali Fuat Alişan da kağıdı imzaladı. Ali Fuad Başgil, istifa etmeyeceğini söyleyerek, “Bu işin sonunda ölüm de olsa Cumhurbaşkanı adayı olarak ölmek benim için bir şereftir” dedi.
Peki ne oldu? Niye daha sonra cumhurbaşkanlığından çekildi?
- Ali Fuad Başgil’i bir görev için İsviçre’ye götürüyorlar hem de askeri uçakla. Gitti ve dört yıl boyunca dönemedi. Bizim imzalarımızın olduğu kağıt ise kayboldu, kaybettirildi. Dört yıl sonra döndüğünde, Ali Fuat Bey seçimlere katıldı ve İstanbul milletvekili oldu.
Siz de yine milletvekili seçiliyorsunuz bu arada. Ali Fuad Başgil bu dört yıl ile ilgili bir şey söyledi mi?
Söylemedi ama bu sefer Türkiye – Mısır Dostluk Birliği kurduk birlikte. İki yıl sonra da vefat etti zaten. Hastalık döneminde derneğe gelemiyordu ama biz hasta olduğu için evine gidiyorduk. Çok sık evine gittiğimiz için hanımından çekiniyorduk. Hanımı ise “Ben onu vatana millete bağışladım” derdi.
SEYİD KUTUB ASILINCA DOSTLUK GRUBUNU FESHETTİK
Türkiye Mısır Dostluk Birliği olarak neler yaptınız?
Önce güzeldi. Ancak 1966’da Seyid Kutub’u Mısır idam edince bunu protesto edelim dedik. Ali Fuad Başgil “edelim” dedi. Bu sefer Mısır Büyükelçisi “Bunlar gerici” diye aleyhimizde yazıp çizmeye başladılar. Biz de Seyid Kutub’un idamından sonra dostluk birliğini feshettik.
Mevdudi’nin hediyesi gümüş çay tepsisi
Sizin meclise girmenizden sonra bir anlamda İslam ülkeleriyle de yeniden bağlantılar kurulmaya başlanıyor değil mi?
- Fas’ın başkenti Rabat’ta İslam İşbirliği Teşkilatı kuruluyor. Erbakan Hoca’nın isteğiyle ilk hariciye bakanları toplantısı İstanbul’da yapıldı. 1974 yılında Lahor’da yapılan toplantıya Hariciye Bakanı ve heyetle beraber milletvekili olarak ben de katıldım. Toplantıdan Milli Gazete’de başmakale olarak 24 yazı yazdım. Biz o güne kadar bu toplantılara katip düzeyinde katılmışız.
Evinizde Mevdudi’nin hediye ettiği gümüş bir çay tepsisi vardı ilk ziyaretimde bahsetmiştiniz. Mevdudi ile nerede tanıştınız?
Bu İslam Teşkilatı toplantısında tanışmıştım. Güzel bir dostluğumuz olmuştu o dönem.
Gazetecilik hayalimizi Albayrak gerçekleştirdi
Gazeteyi çıkarırken en çok hangi hususlarda zorlandınız?
- Parasızlıktan çok zorlandık. Bari gelir olsun diye arsa alıp satalım dedik. Ömerli Barajına gittik. Parselini 8-10 liradan alıyoruz. 20 liraya satarız dedik. Gazeteye ilan verdik. Ama bu sefer bizim ilan verdiğimizi öğrenen arsa sahipleri fiyatı iki katına çıkardılar, biz de vazgeçtik. Ben de o sıralarda bakan olduğum için gazeteden ayrıldım.
Arsa işi ne oldu?
Başka arsa bulduk. Bugünkü 3. Havalimanı’na giden yol üzerinde. 24 milyon metrekarelik bir alan. Bir buçuk milyon lira verip bir proje yaptırdık. Projeyi yapanlar belediyenin mührü yerine sahte bir mühür basmışlar. Yani resmi değil gayriresmi bir proje olmuş elimizdeki. Askeriye de izin vermedi. Hoca da sonunda sattı o arsaları. Paraları iade ettik. 420 hisse kaldı. Herkesin elinde hala o hisse tapuları duruyor.
Medya hayallerinizi gerçekleştirdiniz mi diye sorsam?
- Öncelikle şunu söyleyeyim: Ben bugüne kadar yazdığım hiçbir yazıdan telif almadım. Hayallerime gelince: İslam dünyasını uyandıracak çok dilli bir gazete çıkarmak en büyük hayalimdi. Bugün İslam düşmanları birleşti ama Müslümanlar birleşemedi maalesef. 90’lı yıllarda bunun üzerine sık sık arkadaşlarımızla bu konuyu tartışıyorduk. Bu buluşmaların en güzel sonucu arkadaşlarımızdan Ahmet Albayrak’ın Yeni Şafak gazetesini alması oldu diyebilirim. Hayalimizi Ahmet bey bir anlamda gerçekleştirmiş oldu.