“Yalnız hüznü vardır kalbi olanın” dizelerinin sahibi İlhami Çiçek 1983 yılında hayata veda etti. Uzun yıllar sonra suskunluğunu bozan kardeşi M.Latif Çiçek, ağabeyisini “İçinde fırtınalar koparken o sessiz ve sakin yüzünü gösterdi yaşadığı dünyaya. En yakın çevresi, edebiyat çevresi dahil pek anlayan çıkmadı diyebilirim” sözleriyle anlatıyor.
Hazin bir ölümle aramızdan ayrılan İlhami Çiçek’ten geriye kuşakları etkileyen güçlü şiirleri kaldı. İlhami Çiçek’in şiirleri dışında hayatı üzerine çok fazla şey konuşulmadı hatta bu konuda ailesi özellikle sessiz kalmayı tercih etti. “Aramızda bir buçuk yaş vardı, biz liseyi bitirinceye kadar birlikte büyüdük” diyen kardeşi Mehmet Latif Çiçek uzun yılların ardından suskunluğunu bozarak abisi İlhami Çiçek’i Yeni Şafak Pazar okurlarına anlattı. Abisinin anısına 1991 yılında “Göğekin” kitabını hazırlayan M. Latif Çiçek şimdi yeni bir kitabın hazırlığında. İlhami Çiçek’in şiirlerini, mektuplarını, söyleşilerini, üniversitedeki bitirme tezini içeren çok kapsamlı kitabın hazırlıklarını sürdüren Çiçek, abisini şu cümlelerle anlatıyor: İçinde fırtınalar koparken o sessiz ve sakin yüzünü gösterdi yaşadığı dünyaya. En yakın çevresi, edebiyat çevresi dahil pek anlayan çıkmadı diyebilirim. Mülkiyet kavramına bakışı Sezai Karakoç gibiydi. İnancında ve hayatında dünya malına yer yoktu. Efendimizin (s.a)kutlu sözünde ifadesini bulan bir garip olarak sessiz yaşadı ve öldü. Mekanı cennet olsun.”
İlhami Çiçek’in çocukluğundan ölümüne kadar hep yanında olan Mehmet Latif Çiçek, şairin çocukluk anılarından, geçirdiği hastalığa, edebiyata olan ilgisinden piyasada bulunmayan şiir kitabı “Satranç Dersleri”nin okurla buluşma hikayesine kadar pek çok ‘bilinmeyen’ yönlerini ve fotoğraflarını bizimle paylaştı.
Latif Çiçek’le bundan tam 50 yıl önce İlhami Çiçek’le bir bayram günü çekildikleri fotoğrafın hikayesiyle başlıyoruz konuşmaya:
“İlçemizde bayramlar çeşitli etkinliklerle kutlanırdı. Fotoğraf Oltu’da, hafızam beni yanıltmıyorsa 19 Mayıs 1966 bayramında çekildi. Ben ilkokul beşinci sınıftayım, ağabeyim ortaokul birinci sınıfta. O zamanlar şapka kanunu vardı-gülüşmeler-. Arkada tarihi Aslan Paşa Camii ön cephesi, ayağımızda ‘kayrika’ dedikleri naylon ayakkabılar, fotoğrafçı dükkânına yakın bir sokakta çekilmiştik. O her zamanki sükûneti ve kayıtsızlığıyla dururken ben asker gibi dik ve heyecanlı haldeyim. Okulda başarılı bir öğrenci idi. İçimizde ilk teşekkür, iftihar belgesini alandı.”
İLK ÖĞRETMENİ BABAMDI
Oltu’da doğup büyüyen ve ilkokulu Oltu’da okuyan İlhami Çiçek’in daha sonra ailece Erzurum’a geldiğini söyleyen Mehmet Latif Çiçek, “ Babamız öğretmendi, ilkokul beşinci sınıfa kadar bizi köyde kendisi okuttu, ağabeyim ve ablamı mezun etti, ben son sınıfı Oltu’da bitirdim” diyor. Aralarında çok az yaş olmasına rağmen mizaç olarak birbirlerinden çok farklı olduklarını dile getiren Çiçek, abisi İlhami Çiçek’in çocukluk günleriyle ilgili şunları anlatıyor: “Ben hareketli, heyecanlı, meramını büyük harflerle ifade eden biriyken, ağabeyim, doğuştan mizacı. sakin yaradılışlı, içe dönük, az ve öz konuşan biri olduğunu söyler annem. Aklımın erdiğinden beri, yüzünde olgun ve yetişkin insanlara has tevazu ifadesi hâkimdi. Komşu hanımlar anneme derlermiş ki; ‘Letafet hanım İlhami efendi yanımızdan geçerken elimizde olmadan, bir büyük insan geçiyormuş gibi kendimize çekidüzen verme ihtiyacı hissediyoruz, çok asaletli bir çocuk.’ Çok konuşmaması karşısındakilerin olur olmaz konularda cümle kurmasını engellerdi. Bana şu sözü insanlarla iletişim dili hakkında öfke kontrolümü sağlayan uyarıcı bir atasözü gibi olmuştur, ‘Hayatta lüzumsuz sorulara lüzumsuz cevaplar vermeyeceksin yorulursun’ . Sürekli okuyan birisi olması hasebiyle dağarcığındakileri paylaşacak muhatap bulamaması da içe kapanıklığını destekleyen bir haldi.”
AŞIK SÜMMANİ EVİMİZDE KALIRDI
İlhami Çiçek’in yaşadığı dönemin ötesinde güçlü şiirler kurmasını kardeşi Mehmet Latif Çiçek, çocukluk yıllarından itibaren şiirin içinde olmasına bağlıyor ve şu bilgileri veriyor: “Halk aşığı, Hak aşığı olarak bilinen ve sevilen Aşık Sümmani Baba büyük dedemiz Mehmet ağanın dostu ve yareni imiş, köyümüze geldiğinde evimizde kalırmış, bu yüzden halk müziği, halk şiiri, sesiyle, sözüyle çocukluğumuzdan itibaren kulaklarımızı doldurmuştu, çoğu ozanın şiirlerini ezberlemek ve gündelik hayatımızda veya yeri geldiğinde karşılaşılan olumsuz bir duruma karşı sabır eşiğimizi yükseltmek adına -bir tür telkin-bir dörtlük söylemek iletişim kurma yöntemiydi. Sümmani Babanın torunu Nusret Sümmanioğlu rahmetli de ağabeyimin kirvesi idi. Rahmetli babam köyde, kış gecelerinde halk aşıklarını çağırır ve geceler düzenlerdi. bütün köy bu etkinliğe katılırdı.Kulaklarımız halk müziğinin hüznü ve kederi besleyen akorduna ayarlanırdı.”
YANIK SESİYLE TÜRKÜLER SÖYLERDİ
İlhami Çiçek’in sadece iyi şiire değil müziğe de ilgi gösterdiğini belirten M.Latif Çiçek, “Ağabeyimin sesi çok yanıktı, bazı türküleri çok güzel söylerdi. Mesela seferberlik türküsü olan ‘Göç göç oldu göçler yola dizildi’ türküsünü çok severdi ve güzel okurdu” diyor ve bir hatırasını anlatıyor: “Bir gün, elimizde bir enstrüman olmadığı için annemizden habersiz, babamızın şehirden getirdiği ve o gün için pahalı sayılan, emaye maşrapa, kulplu su bardağını aldık, okulun paydos olmasını bekledik okula gittik, ben sıraya vurarak, ağabeyim bir metal çubukla emaye maşrapaya vurarak ritim tutturdu ve saatlerce türkü söyledi. Tabii maşrapa kabuk attı, metali ortaya çıktı, eve gittiğimizde annem çok kızacağı için suçu ben üstlendim.Yaramazlık konusunda vukuatım çok olduğu için annem bana kızdı. O zamanlar okullarda şiiri haykırarak söylemek, hamaset yapmak daha çok kabul görürdü, oysa o Oltu’da yapılan şiir okuma yarışmasında Faruk Nafiz Çamlıbel’in Çoban Çeşmesi adlı şiirini çok duygulu bir tonda okuduğu için birinci oldu ve güzel bir dolmakalem hediye ettiler.”
KEMAL TAHİR’İ ZİYARET ETMİŞ
Şiirin, müziğin içinde büyüyen İlhami Çiçek’in kitaplara ise aşırı düşkünlüğü varmış. Babaları da çocuklarına hem okumayı öğütler hem de İstanbul’daki yayınevlerine mektuplar yazarak çocukları için Oltu’ya kitap getirtirmiş. O günleri M. Latif Çiçek şöyle anlatıyor:
“Babamızın öğretmen olması bizim için büyük bir şanstı. Kitap okumamız konusunda çok destek verirdi. Bize devamlı ‘oğlum vakit nakittir, okuyun’ derdi. O zamanlar Oltu’da, Erzurum’da kitap temin etmek çok zordu, babamız İstanbul’da yayınevlerine mektup yazar, kitap getirtirdi, çeşitli hikaye kitapları, yardımcı ders kitapları, hatta Hayat Ansiklopedisi ilk çıktığında Oltu’da ilk bizim eve girdiğini biliyorum, bu yüzden okulda, çevrede herkesi bu imkanlarımızdan yararlandırırdık. Evimize o dönem yayımlanan hikaye kitaplarının çoğunun girdiğini biliyorum. Zaten Erzurum’a lise ve üniversite eğitimi için gittiğimizde ilk kitaplığımızda oluşmaya başlamıştı. Milli Eğitim Bakanlığının yayımladığı batı, Rus ve şark İslam klasikleri serisinin tamamı evimizde vardı. Ağabeyim özellikle Rus klasiklerini Dostoyevski’yi çok sever ve okurdu, bana, Suç ve Ceza ve Ölü Bir Evden Anılar adlı eserini ısrarla okutmuştu. Dini eserlerden sayılan, Bostan-Gülistan, Menakıbülarifin Fi Zümretüssalihin-Ariflerin Menkıbeleri, Kelile ve Dimne, Mesnevi, Yunus Divanı vb. Cengiz Aytmatov’un yayımlanan hikayeleri ve romanlarının tamamı, Kemal Tahir’in yayımlanan tüm kitaplarını- kendisini İstanbul’da 1972 yılında Hareket dergisinde çalışırken ziyaret etmiş-tabii Nurettin Topçu hocaya çok saygı duyardı- hocanın tüm eserlerini, dolayısıyla felsefe alanında yazılan ve Erzurum’da kitabevlerinde var olan çoğu eserleri-Varoluşçuluk üzerine yazılan Bergson dahil tüm eserleri sayabilirim- okurdu. Sezai Karakoç beyin eserleri üzerine doktora yapacak kadar vakıftı. Nazım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları’nı okuduktan sonra söylediği ‘Nazım Türk halkını sözüyle okşayan şairdir’ lafı sanırım Nazım’ı en iyi tarif eden sözlerdendir. “
İLK ŞİİRİ ÖDÜL ALDI
Erzurum Lisesi’nde okurken sosyal konularda abisi İlhami Çiçek’in çok aktif olduğunu dile getiren M.Latif Çiçek, “O yıllarda tiyatro oyunu sergiledi, Anadolu Fikir Derneğinin Taşhan’da küçük, izbe bir yeri vardı, oraya gider ve sohbetlere katılırdı. Derneğin çıkardığı Adımlar Dergisinin açtığı şiir yarışmasında en iyi şiir seçilen Otel Odası adlı şiiri yayımlandı ve o tarihlerde Erzurum’un yerel gazetelerinden Hürsöz’de hece vezni ile şiirleri yayımlanırdı. ”
SATRANÇ DA RAKİPLERİNİ YENERDİ
Erzurum’da edebiyat fakültesinde okuyan İlhami Çiçek’in üniversiteye başlamadan bir yıl önce (1971) Hareket dergisinin Erzurum’da açtığı Dergah Kitabevini çalıştırdığını ve bu kitabevinin Çiçek’e yeni bir kapı açtığını söyleyen M.Latif Çiçek, Tarihi Taşhan’da üniversiteden ve dışarıdan gelenlerle büyük bir edebiyat çevresinin oluştuğunu ve satranca ilgisinin de bu yıllarda arttığını dile getiriyor. “Satranç oyununu meraklılarıyla oynardı ve pek yenilmezdi” diyen Çiçek, yine Erzurum’un yetiştirdiği genç yaşta hayata veda eden felsefeci yazar Ali Karaavcı ile çok uzun süren felsefi sohbetler yaptığını söylüyor.
MÜNZEVİ BİR HAYAT
İlhami Çiçek’in divan edebiyatına özel bir ilgi duyduğunu da sözlerine ekleyen M. Latif Çiçek kardeşinin şiir edebiyat sevgisini şöyle anlatıyor: “Belleği yüzlerce divan şiirini saklar ve dost meclislerinde sohbet ahengi bulmuşsa ezberinden Fuzuli divanından çok güzel okurdu. Şeyhulislam Yahya, Kadı Burhanettin, Cahit Zarifoğlu, Cemal Süreya, Atilla İlhan, Edip Cansever ve illa Asaf Halet Çelebi önemsediği, okuduğu şairlerdendi. Üniversitenin son senesunda Edebiyat Dergisi yazarlarını ve Nuri Pakdil’i takip etmeye başladı. 1979’da mezun olup Kırıkkale Lisesine edebiyat öğretmeni olarak atandığında bu iletişimi ileriye taşıdı ve şiirlerini vermeye başladı. Hastalığı da orada yalnız ve sağlıksız beslenme düzeni olduğundan başladı. Nasıl hasta olmasın ki, beslenmesine hiç önem vermezdi, sigara ve çay temel gıdasıydı. Okul dışı vakitler bekar evinde kitaplarıyla baş başa münzevi bir hayat sürermiş ve bu dönümde ziyaretine sık sık Cahit Yeşilyurt gelirmiş. Öyle ki, bir gün Gazali’nin dört yüz sayfalık Kimyayı Saadet adlı eserini akşam başlıyor okumaya, ertesi gün ışıyıncaya kadar, tam on yedi saatte bitiriyor, tabii bu duruma hiçbir bünye dayanamaz, nitekim dayanamadı da. ”
EDEBİYAT DERGİSİ İÇİN KARISININ BİLEZİKLERİNİ SATTI
Edebiyat Dergisi çevresiyle Kırıkkale Lisesinde öğretmenlik yaptığı dönemde sıkı bir ilişkisi olduğunu ve bu yoğunlaşan ilginin ölümüne kadar devam ettiğini söyleyen M. Latif Çiçek “Herkesin aylık gelirinin bir kısmını katkı olarak sunduğu dergiye ağabeyim hanımının kolundaki bileziklere varıncaya kadar vermiştir. Ağabeyim diğerkam biriydi, hasta haliyle, ağır ilaçlar kullanmasına rağmen benden Edebiyat Dergisi’ndeki arkadaşlarla görüşmemi ve onlara elimden gelen yardımı yapmamı öğütlerdi, ancak dergideki arkadaşların ilgisinin aynı olduğunu söyleyemeyeceğim, bir kaç istisna hariç bu ve benzeri konuları abimle ilgili çıkaracağımız yeni kitabımızda anlatıyoruz” diyor.
EŞ DOSTTAN ŞİİR KİTABINI BULDUK
Çiçek, abisinin hatırası olan şiir kitabıyla ilgili ise Edebiyat Dergisi’nin çevresine olan kırgınlığını şu cümlelerle paylaşıyor: “Nuri Pakdil’in bir gün Edebiyat Dergisinin bütün kitaplarını dağıttığını duyduk, ancak ağabeyimin evinde bile kendi kitabı yoktu, bize haber vermedikleri için Göğekin’i yayımlarken eşden dosttan Satranç Dersleri kitabı temin ettik. Bugün oğlu Abdurrahman Nuri Çiçek’in elinde babasının kitabının ilk baskısı yoktur.”
KADERİNE YÜRÜDÜ
“Ölümünün üzerinden otuz üç yıl geçmesine rağmen yazdıkları eskimedi. Evrensel mesajın tercümesini yapmağa çalışan, kaygılarını besleyen her olay ve insana rağmen umudunu koruyan bir üslupla yazılan şiirlerdir. İlhami Çiçek’in şiirini anlamak için Kur’an’ı bilmek gerekir, tarih bilmek gerekir. Son yüz elli yılda, talan edilmiş bir coğrafyada, çizik çizik, yara bere içerisinde garip kalmış insanların hüznünü sahiplenmek gerekir. Biraz da bu yüzden yeni kuşaklar; hamasetin dışında bir dili olan ve sahici bir kederin hasbiliğin, yani ins olmanın somut ifadelerini buldukları için İlhami Çiçek’i yaşatacaklar” diyen M. Latif Çiçek, ağabeyisinin son günleriyle ilgili ise şu bilgileri veriyor: “Epilepsi teşhisi konmuştu. Doktorlar askerlikten muaf raporu vereceklerdi ancak bu rapor ile öğretmenliği de elden gidecekti diye kabul etmedi. Ben muaf olması için ısrar etmiştim, bana ‘bu saatten sonra ben başka bir iş yapamam’ diye kabul etmedi ve kaderine yürüdü. Ağır ilaçlar kullandığı kısa dönem askerlikte terhisine onbeş gün kala kriz geçirip üçüncü kattan atlıyor. Babama haber veriyorlar, İstanbul’dan Ankara’ya geldiler ve gece yola çıktık sabah Tokat’a vardık tedavisinin dördüncü yılında hakka yürüdü.”
TEMALAR
I.
bu tuvalde akşam bir kurdeladır
gök çözük sevgili saçlarıyla anlatıldığından
ayrıca ırmak yataklarına yer verilmemiş
ressam diyor ki su
düşlemek için vardır –aya gelince
susuyor ressam, kurdeladan bir akşam
bir tabutun yandan görünüşü sokak
el ayak çekilmiş ama ev orda durmuyor
istifham
şu boş palto bir dolambaçsa eğer
dolambaç giyilebilen bir şeydir ve beden
paltonun kapsamında baş yapayalnız
dünyanın bütün kurdelaları yapayalnızher şey simsiyah her şey simsiyah her şey
içrek asılı ip, cam ölü kesit
el ayak çekilmiş ama ev orda durmuyor durmuyor
ama ev orda durmuyor durmuyor
bir artist daima yürür –dışarıda
yokken dışarısı dışarısı diye bir şey dışarıda
bir artist ve onun süren yürümesinden
sevinmiş bir çehre olarak şehir
ucunda sırrın örgütlendiği bir cadde biçimindedirbu tuvalde nesne kendisi değil
diyelim sokakta allak bullak bir adam
yalnız allak bulaklığı boyuyor ressam
ne sokak ne adam
hem sokak hem adam.II
boşaltılmış şehirler kadar yalnızdır
bir şehirde
bir duvara asılı
üfleyeni kalmamış kınalı bir kaval kadar mahzun
kınalı bir kaval kadar mahzun
kınalı bir kaval kadar mahzundur
adına sessizlik dedikleri o ses
nere gitse yanındadır
engel olamaz
susmasından kelimeler olur engel olamazyani yirmi dokuz yaşında
yani ceplerini can erikleriyle doldurup
sokaklarda
bademli düşlere eyleşen aylak adam
açıklamalıdır ki kelimesiz bir yalnızlık
mümkün değildir
açıklamalıdır ki her romancı
yanılmıştır
bu noktada
ve roman kişisini
tahrik edip
romandan
caddeleri ve aynaları olan bu şehre
kaçırtan
budurboşaltılmış şehirler kadar yalnızıdır
kelimeye yargılıdır
bir şehirde
bir duvara asılı
üfleyeni kalmamış bir kınalı kaval kadar mahzun.İLHAMİ ÇİÇEK