Kendi değişim hikayesini anlattığı Su Üstüne Yazı Yazmak kitabıyla tanıdığımız Prof.Dr. Muhyiddin Şekur (Muhyiddin Shakoor) psikoloji, eğitim ve aile danışmanlığı alanında çalışmalarını sürdüren bir akademisyen. Dünyayı tehdit eden koronavirüs karşısında dengeler alt üst oldu. Terk edilen yaşlılar, odasına girilemeyen hastalar, işini kaybedenler, eve kapanmak zorunda olan insanlar, durma noktasına gelen bir sosyal hayat karşısında hepimiz şaşkınız. Huzursuz bir şekilde evlerimize kapanmış bu zorlu süreci atlatmaya çalışıyoruz. Bu dönemde aslında hiç olmadığı kadar manevi anlamda kendimizi yenilemeye, düşünmeye tefekkür etmeye muhtacız.Peki bu süreci zorlu bir sınav olarak algılayanlar ne yapması gerekir, hayatımızı ve düzenimizi alt üst eden bu hastalığı nasıl yorumlayarak yeniden kendimize bir çıkış yolu buluruz? Bu soruların cevabını Muhyiddin Şekur’a sorduk. Buyrun.
Sadece Türkiye’de değil tüm dünya çapında topluma ve sosyal ilişkilere sirayet etmekte olan bir panik ve endişe olduğu inkar edilemez. İnsanoğlu Türkiye’de ve dünyada birçok korkunç, şok edici, katastrofik olaylardan kurtulmuştur. Neredeyse herkes, gençler ve ileri yaşlardakiler, benzeri bir tecrübeyi İstanbul’da veya diğer başka şehirlerde yaşamıştır. Fakat şu anda karşı karşıya olduğumuz pandemic diğer afetler gibi değil. Deprem gibi değil, kar fırtınası ya da bir sel gibi değil. Daha önce karşılaştığımız hiçbir şeye benzemiyor. Bir emsale sığmıyor. Virüsün kendisini göremiyoruz fakat etkileri dünya çapında gayet belirgin. Borsaya, bankacılığa, iş dünyasına darbe vurdu . Günlük hayatımızın akışını, var oluş biçimimizi altüst etti. Sıradan olanı, alışık olduğumuz düzenimizi bozdu. Hepimiz bunların nasıl şeyler olduğunu biliyoruz. Bu kriz, tüm sosyal statü ve sınıftan insanın öngörülebilir rutinini dağıttı. Birden bire her zaman koşuşturma halinde olan 21. yüzyıl insanları durdurulduk.
Öğrenciler, atletler, koşucular, futbolcular, tenisçiler, basketbolcular, ofis çalışanları, her tür meslekten insandan evlerinde kalmaları istendi. Televizyonlardan izlediğimiz tahribatın boyutları şok edici. Anlamlandıramıyoruz. Ellerimizi yıkamayı öğreniyoruz. Dünyanın başka bölgelerindeki ölümlerin sayılarını görüyoruz. Hala ortaya çıkışını sürdüren bir krize hastanelerin ve sağlık hizmetlerinin hazır olup olmadığını merak ediyoruz. Herbirimiz açıktan veya içimizden aynı soruyu soruyoruz: Ya hasta olursam? Ya sevdiğim birine bir şey olursa? Hayat bir daha hiç normal olabilecek mi? Ne zaman sona erecek?
İnsanlığın karşılaştığı bu baş edilmesi zor durum için empati duygusuyla dolu olduğumu söylemek isterim. Bir psikoterapistim fakat herkes kadar da şaşırmış durumdayım. Dengemi koruyarak bu olayları nasıl atlatacağımı düşünüyorum. Bir kimsenin kendi düşüncelerinin farkında olması gerekir. Korku ve endişenin tüm dikkati zaptetmek üzere olduğunu görüyorum. Bunun normal olduğuna inanıyorum hatta olayların sonuçlarının ne olacağı konusunda düşünmek ve endişe duymak karşı konulamaz bir durum. Ancak bu durum olagelirken zihnimizin kaosa ve umutsuz düşüncelere sürüklenmesinden kendimizi korumak için çaba sarfetmeliyiz diye de düşünüyorum. Korku ve panik geldiğinde inanan insanlar Allah’ın yardımını ve desteğini istemelidir. Zihnimizin farkında olmaya çalışmalıyız. Allahü Teala’dan bize güç vermesini; zihnimizi ve kalbimizi dengede tutabilmemiz için bize yardım etmesini isteyelim inşaallah.
Bundan sonra en önemlisi sağlık uzmanlarının tavsiyelerine ve yönlendirmelerine tam manasıyla bağlı kalmak. Bizim için yorulmaksızın çalışan doktorlar, bilim insanları ve ön saflarda görev yapan diğer sağlık uzmanları ile araştırmacıların tavsiyelerini dinliyorum. Bence İstanbulluların akşamları sağlık çalışanlarını alkışlamaları umut verici. Ayrıca kanaatim odur ki en ümit verici işaretlerden ve anlamlı gerçeklerden biri Türkiye’nin Sağlık Bakanı Prof. Dr. Fahrettin Koca’nın işinin ehli, müşfik bir lider ve hekim olması. Eğer Türkiye’deki tüm insanlar sadece onun tavsiyelerine uyacak olsa bu büyük bir korunma sağlayacaktır.
Allah’a inanan bir insan olarak bireyin yapması gereken esas şey Allahü Teala’yı aklında tutmasıdır. Allah’la olmaktır. Sadece farz ibadetlerde değil kişisel dualarda da Allah’ı anmak. Allah’ı anmak, tefekkür etmek özellikle önemlidir çünkü negatif ve endişe verici düşüncelere kapılmanın insanı alt edebilecek bir potansiyeli vardır. Ayrıca kriz ve zorluk zamanlarında bu düşünceler ön plana çıkıverir.
Hem hangi inanan insan düşüncelerinde Allah’ı ön plana almak istemez ki? Allahü Teala her duayı duyduğunu ve icabet ettiğini söylüyor. Corona krizine rağmen hayatımızdaki iyi giden, olumlu şeyler için Rabbimize neden şükretmeyelim? Sonrasında kişisel korku, endişe ve sorunlarımız için yardımını isteyebiliriz. Endişe ve dertlerimizden uzaklaşmak için dualara, Rahman ve Rahim olan Allah’a halimizi arz etmeye yöneliriz. Bu yönde düşünmek, zihnimizi ve kalbimizi bu şekilde yönlendirmek kişisel gücümüzü ve sabrımızı arttıracaktır. Dualarımız ve hastalık arasındaki irtibata gelince, esas mesele şu ki, biz kişisel meselelerimizi Allahü Tealaya arzetmek hususunda rahat ve özgüvenli hissetmeliyiz. Kendimizi pratik ve ruhani bakımdan uygun olan yönlendirmeleri takip ederek koruyabiliriz. Ve Allah’ı daima anmak suretiyle O’na şükretmeli, O’nun yardımını, merhametini ve korumasını dilemeliyiz. Gündelik dünyevi hayatımızda bizleri zorluklardan korumasını dilemekten çekinmemeliyiz. İnşallah.
Evde kalmanın bu denli önemle tavsiye edilmesi, bizi tefekküre yöneltiyor. 21. yüzyıl yaşamının öne çıkan özelliklerinden biri, bizi tamamen içine çeken, dikkatimizi dağıtan ve dinginliğin yararlı ve iyileştirici potansiyeline meydan okuyan meşguliyet, olağanüstü icatlar ve cihazlardır. Evde kalmanın pek çoğumuz için bu kadar zor olması gerçeği, aslında kalkınmayı, barışı ve genişlemeyi ne kadar yanlış bir biçimde meşguliyetten beklediğimizi gösteriyor.
Hayatımızda zor olaylarla karşılaştığımızda, bazen her şeyin üzerine inşa edildiği temellere geri dönmek zorunda kalırız. Müslümanların yaşamında imanın temeli, “İmanın şartları” üzerinde durmaktadır. Hepsine değinmeden o şartlardan birinden bahsetmek istiyorum ki o şart; bir Müslümanın, tüm iyilik ve kötülüğün, tüm hayrların ve şerlerin sadece Yüce Allah’ın izni ile olduğuna inanmasıdır. Tabii ki, Allah bizim iyiliğimizi ister. Fakat kötü şeyler tezahür ederse, tezahür eden her şeyin sadece Allah’ın izniyle olduğunu bilmeli ve güvenmeliyiz. Corona krizinin zorlukları cezadan daha ziyade bir fırsat olabilir. Allah der ki: “Size zor geldiği halde savaş üzerinize farz kılındı. Hakkınızda hayırlı olduğu halde bir şeyden hoşlanmamış olabilirsiniz. Sizin için kötü olduğu halde bir şeyden hoşlanmış da olabilirsiniz. Yalnız Allah bilir, siz ise bilemezsiniz.”
Bu röportajı okuyanların çoğunun “Nefsle cihad” tabirine aşina olacağını tahmin ediyorum. “Nefsle cihad”a dair içgörünün genel olarak hayatı iyileştirebileceği, hatta belki de gezegendeki hayatta devrim yaratabileceğine inanıyorum. Özellikle görüş ayrılıkları ve çatışma durumlarında.
Bu makale için çok büyük bir konu bu. Ancak mevcut Corona krizi ve evde ya da karantinada kalmanın zorluğu bağlamında, mücadele, savaş, bildiğimiz gibi bir savaş değil.. Mevcut anımızın savaşında, zorluğumuz, aktif olarak savaştığımız ve bir şeyler “ yaptığımız” cephedeki savaşın tam karşıtı. Bugünkü kriz bağlamında , savaşımız, mücadelemiz “yapmama” üzerine. Evet krizde yapılacak şeyler var ancak ana odak noktası bizim için şu anda daha çok nasıl olmamız gerektiğiyle ilgili ne yapmamız gerektiğiyle ilgili değil. “Yapmamak”, yani daha az meşgul olmak ve durağan olmak bir tür savaş ve mücadele olarak hissedilebilir. Ayrıca, bu yapmama veya normalde yapabileceğimizden daha az şey yapma döneminde, başkalarına bakmaktan ziyade insanın kendi içine ve kendi düşüncelerine, niyetlerine ve amaçlarına bakması iyi olacaktır. Virüsün yayılımını azaltmak için evde kalma ve teslim olma, normalde düşündüğümüz gibi bir teslim olmak değildir. Elbette, maneviyat perspektifinden teslim olmak, teslimiyet, umudunu kaybetmek anlamına gelmez. Teslimiyyet, birinin benden bu kadar demesi ve umudunu kaybetmesi anlamına gelmez. Bir adım geriye çekilip Allah’ın hepimize ve tüm yarattıklarına sahip çıkma, bakma kapasitesine güvenmek demektir.
Evde kalmak, kendi kendimizle yapacağımız bir kişisel anlaşma ile yeni bir perspektif kazanma imkanı sunabilir. Bununla demek istediğim şu, dışarıdan bakabilmek, kendi kendini gözlemlemek için daha fazla imkan sağlayabilir. Ayrıca, daralmanın genişlemeyi kolaylaştırabileceğini düşünmek de anlamlıdır. Bu günlerde, bu gezegende neden var olduğumuzu veya yaşadığımız yaşamları neden yaşadığımızı anlayabilir ve içgörü kazanabiliriz. Dolu dolu yaşamanın başka bir deyişle başkalarına ve kendi ruhlarımıza daha fazla hizmet vermenin yeni yollarını görebiliriz. Bir şeyi “yapmayarak” da sağladığımız bir hizmetin olduğu paradoksunu anlayabiliriz. İtalya halkı evlerinde kaldıklarında balıklar ve kuğular Venedik kanallarında tekrardan ortaya çıktılar.
Evet, son olarak, sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhi selamın örneğini ve tavsiyelerini hatırlamanın da daha fazla netlik, rahatlama, güç ve destek kaynağı olabileceğini söyleyebilirim. Onun tavsiyesi, bu tıbbi kriz sırasında refahımız adına çalışan sağlık profesyonellerinin tavsiyesiyle çok uyumlu: Peygamber Efendimiz,eğer bir veba, salgın varsa, yakınımızda olanların dışarı çıkmamasını ve yayılmamasını ayrıca veba,salgın bölgesi dışında olanların oraya gitmemesini tavsiye etti. Müslümanları ve diğer inançlı insanları, Peygamberimiz Muhammed aleyhi selam hakkında daha fazla bilgi edinmeye teşvik ediyorum. Allahü Teala’nın peygamberine Rahmeten lil Alemin, Alemlere Rahmet sıfatını vermesine sebep neydi?
KAYNAK 29 Mart 2020 https://www.yenisafak.com/hayat/evine-don-tefekkur-et-ezberini-boz-3531856