Bir gün arkadaşlarıyla birlikte genç yazar Bahaeddin Özkişi, Ahmet Hamdi Tanpınar’ı ziyarete gider ve sohbet sırasında çekine çekine yazdığı hikayelerini okuması için uzatır. Tanpınar hikayeleri okuduktan sonra gence döner ve “Sen yazmaya devam et bu hikayelerinle on Sait Faik edersin” der. Bu iltifat karşısında havalara uçan genç yazar, büyük bir romancı olma hevesindedir. İlk yazdığı hikayelerini kendi imkanıyla Bir Çınar Vardı adıyla 1959 yılında okurla buluşturur. Ancak yazmaya devam etse de kafasında yazmayı kurduğu romanları bir türlü ortaya çıkaramaz. Yazdıklarını bir türlü beğenmez çoğunu yırtıp atar. Yazamamanın bunalımıyla ruhsal sıkıntı içindedir. Yaptığı örnek bir evlilikle yazma serüveninin makus kaderi birden bire değişir ve vefatına kadar altı yıl boyu peşpeşe roman ve hikayeler yazar ve bu kitaplarından dolayı iki de unutulmayacak ödülün sahibi olur.
Bugün hayatta olan eşi Özden Özkişi’yle altı yıl boyu gece gündüz yazılan kitapları ve o kitapların hikayesini konuştuk.
HER GECE YAZDIM
Bahaeddin Özkişi’nin evlendiklerinde İstanbul Teknik Üniversitesi’nde kaynak öğretmenliği yaptığını, yazmaya ise lise yıllarından beri meraklı olduğunu anlatan Özkişi eşinin yazar kimliğiyle tanışmasını şöyle anlatıyor: “Evlendiğimizde balayına hikaye notlarını getirmiş bana okutmak istemişti. (Bu hikayeler daha sonra Göç Zamanı adıyla kitaplaştı) İlk hikayelerini 1959 yılında kendi imkanlarıyla Bir Çınar Vardı adıyla kitaplaştırmıştı. İş yerinde öğlen tatilinde yazdığı bazı notları olduğunu söyledi. Hikayelerini ve tuttuğu notlarını okudum. Ancak evliliğim devam ederken evde yazı yazamadığını gözlemledim. Yazamadığı için de sıkılıyordu. Neden yazmadığını sorduğumda da ‘yazarken düşünce silsilem kayboluyor. Ben anlatsam biri yazsa ancak o zaman kafamdakileri kağıda geçirmiş olurum’ diyordu. Aklında Osmanlı’yı anlatan bir roman teması olduğundan bahsettiğini söyleyen Özkişi, “Onu işleyip kitaplaştırabilsem en büyük gayemi tahakkuk ettirmiş olurum diyordu. Çok fazla donanımlıydı. Onca bilginin ortaya çıkmaması beni çok üzüyordu. Yeni ve gelecek nesillerin ecdadını tanıması yönünden de bilgi aktarımı çok önem taşıyordu. Yüksek tahsil sırasında ders kitabı sıkıntımız olduğundan hocalarımızın anlattıklarının notunu iyi tutmamız gerekiyordu. Bu yüzden yazma hızını artırmak için kendi kendime bir takım rumuzlar geliştirmiştim. Bu yüzden anlatacaklarını hızlı bir şekilde not edebileceğimi söyledim. Böylece yazmaya karar verdik.”
HER GECE YAZDIM
Hikayenin gerisi çok daha güzel: “Evlendiğimizde Fatih’te üç katlı bir evde oturuyorduk. Alt katta kiracı, orta katta kayınvalidem otururdu, ben ve eşim ise üst kattaydık. Mutfak orta katta olduğu için orada yer içerdik. Her gece dokuzda O, elinde sigarası odada dolaşır, anlatmaya başlar; ben de onun anlattıklarını kağıda yazardım. Anlatırken bazen bir bilgiden başkasına geçtiği olurdu. O kısımlara soru işareti koyar ve boş bırakırdım. Gece 12’ye kadar böyle çalışırdık. Ertesi gün kayınvalidemin işlerine yardım eder, gelen gideni ağırlar öğlen yemeğini yedikten sonra kızım Zeynep’i alır yukarı çıkardım. Onu uyuttuktan sonra bir gün önce tuttuğum notları temize çekerdim. Akşam dokuz oldu mu tekrar o kaldığı yerden anlatmaya ben yazmaya devam ederdim. Altı yıllık evlilik süresinde bu çalışmalar devam etti. Bahaeddin bey bu dönemde dört kitabını okurla buluşturdu. Şunu söylemeliyim ki ben sadece yazdım. Kitapların kurguları, anlatımı tamamen eşime aittir. Bazen notları düzenlerken benim fikrimi sorarsa, dikkatli bir okuyucu olarak karanlık kalan noktaları, anlatım ve üslub ile ilgili fikirlerimi söylerdim.”
İlk romanı yazılırken tefrika edilmesini çok isteyen Bahaeddin Özkişi ancak bunda başarılı olamamış. Bitince Ötüken Yayınevi tarafından Köse Kadı adıyla kitabın okurla buluştuğunu söyleyen Özden Özkişi, “Ancak Osmanlı’nın anlatılacak o kadar serhad öyküleri vardı ki yayınevi ikinci cilt olarak devam etmesini teklif edince yine sistemli bir çalışmaya girdik ve bir yıl içinde Uçdaki Adam romanını bitirdik” diyor.
PEYAMİ SAFA ÖDÜLÜ
O sırada Ötüken Yayınevi tarafından Peyami Safa Roman Ödülü Yarışması açılmış. Bahaeddin Özkişi’ye yayınevi tarafından yarışmaya katılması önerilmiş. O gün eve neşeyle gelip yarışmaya girmek istediğini söylemiş. Katılmak istediğin bir roman var mı? diye soran Özden Özkişi eşinden ‘daha neler neler var ama yazılması gerek’ diye cevap alınca ‘öyleyse ben de sonuna kadar varım’ demiş ve hemen yeni romanı yazmaya başlamışlar. Sokakta adıyla basılan bu roman ise Peyami Safa Ödülü’nü kazanmış.
Özkişi o günleri şöyle anlatıyor: “Eşimin anlattığına göre jüride yedi kişi varmış dördü Sokakta romanı için oy vermiş, ancak daha sonra teşvik olsun denilerek üç kişiye ödül paylaştırılmış. Fakat diğer iki kişi yazmaya devam etmemiş. Eşimin vefatından sonra ödül alan Göç Zamanı ise ufak tefek düzeltmelerle bitirilip yayına hazır verilirken kapak resmini eşim bizzet seçmiş. Basıldığını gördü ama dağıtımı yapılamadan eceli yetişti.”
Eşinin vefatının ardından Göç Zamanı’nın eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal başkanlığında Türkiye Milli Kültür Vakfı tarafından ödüle layık görüldüğünü ve törene evliliklerine vesile olan hocası A. Şeref Güzelyazıcı ile birlikte gitmiş. Hatta ödül esnasında Cemil Meriç’le de tanışmış.
Özkişi, eşinin vefatından sonra tuttuğu notları karıştırırken yayınlamamış hikayelerini de ortaya çıkardığın söylüyor.
KIZINI TEK BAŞINA BÜYÜTMÜŞ
Eşinin vefatından sonra dershanede öğretmenlik yaparak ailesini geçindiren Özden Özkişi’nin eşi vefat ettiğinde henüz 4 yaşında olan kızı Zeynep’i tek başına büyütmüş. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde fizik okuyan ancak serbest hesap uzmanı babasının ‘mesleğimi sürdürürsün’ telkiniyle Yüksek Ticaret ve İktisat Okulu’nu bitiren Özkişi. Annesini de kırmayıp üniversiteden sonra bir de Akşam Kız Sanat Okulu’nda dikiş nakış öğrenmiş. Özkişi, “Aldığım bütün diplomalarım çok işime yaradı” diyor.
Evlenmeden önce özel matematik dersleri verdiğini söyleyen Özden Özkişi’nin Bahaeddin Özkişi’yle evliliğe giden hikayeleri de o döneme uzanıyor: “Çok kıymetli bir şeyh efendinin torununa ders vermiştim arkadaşı da istemiş. Annem evlere göndermediği için sivil memur olan dayım ders vereceğim aileyi soruşturdu ve uygundur dedi. Ders verdiğim öğrencim sınavda başarılı oldu. Meğer o öğrenci Bahaeddin beyin yeğeniymiş. “Öğrencimin ailesi beni Bahaeddin beye uygun görmüşler. Camide vaazlarını takip ettiğim aynı zamanda liselerde felsefe, edebiyat din dersleri veren hocama durumu açmışlar. Babam vefat ettiği için hocam annemle beni çağırdı ve ‘“Ömer Lütfü Efendi’nin oğluna kız verilir bizce münasiptir verilsin deyince annemle bana laf düşmedi”
İlk kitabımda onu anlattım
Eşinin kendisine kitap yazması için her zaman yüreklendirdiğini kendisinin ise “sen varken ben yazmam” dediğini söyleyen Özden Özkişi eşinin vefatından 22 yıl sonra ilk kitabını yazmış. “2007’de Bahaeddin Özkişi’nin okurlarının ve tez hazırlayan öğrencilerin kapımı çalması üzerine ‘Anılarla Bahaeddin Özkişiyi Anma’ adıyla onun ecdadını, karakterini, edebi şahsiyetini, kitaplarını sanatsal kişiliğini aksettirdiği maket evlerini, tezhiplerini, tablolarını da içeren kitabı yazdım” diyor. Ötüken’in okurlarına armağan olarak bastığı kitabı isteyenlere veren Özkişi eşinin tavsiyesiyle bu kitaptan sonra yazmayı sürdürmüş. Bugün ailede kendi gibi kızı Zeynep ve torunu Elif’in de kitapları var.
Okumaya babamın kitaplarıyla başladım
Zeynep Özkişi’nin Ötüken Yayınları’ndan çıkan bir öykü kitabı torunu Elif İlalan’ın da bir şiir kitabı var. Zeynep Özkişi babasını hayal meyal hatırlıyor. “Babam vefat ettiğinde dört yaşındaymışım. Beyaz arabasından inip yukarı çıktığını hayal meyal hatırlıyorum. Ama evde her zaman babamdan bahsedilirdi, okuma yazmayı sökünce babamın kitaplarını okumaya başladım ama tabi o zaman okuduğumdan bir şey anlamadım çok ağır geldi. Büyüyünce hikaye ve romanlarının tadını aldım. Yazmaya ise 2007 yılında babam için anı kitabı hatırlayan annemin kitabı için kısa bir yazı yazdım. Ötüken Yayınları’nın sahiplerinden Nurhan beyin ‘tarzın babana benziyor’ teşvikiyle hikayeler yazdım ve Sevginin Büyüsü adlı kitabımı 2011’de çıkardım” diye anlatıyor. Torun Elif İlalan ise 16 yaşından beri yazdığı şiirleri geçtiğimiz yıl kitap olarak çıkarmış. Şiirlerden birisinde de dedesini anlatıyor. “Dedemi hiç görmedim ama hep onun hikayelerini dinleyerek büyüdük” diyen İlalan, annesi gibi çok küçük yaşta dedesinin kitaplarını okumuş ancak “Hikayeleri ve romanlarının ne kadar güzel olduğunu orta son sınıfta bilinçli bir şekilde okuyunca anladım” diyor.
KAYNAK: Yeni Şafak Gazetesi 31 Ocak 2019