Yaşadığı dönemde büyük ses getiren ve dönemin basın organlarında geniş yer bulan kimi yazar ve sanatçılar bugün hatırlanmıyor bile. İsimleri de eserleri de zaman içinde unutulup gitti. Çünkü onlar çağdaşları kadar şanslı değildi. Osmanlı’nın son döneminde Cumhuriyetin ise ilk yıllarında yaptığı resimler, heykeller yanında Türk el işine ve hat sanatına duyduğu ilgiyle de dikkatleri çeken ressam Melek Celal de bu şanssız isimlerden biri. Mirascısı olan oğluyla hayattayken arasının iyi olmaması da bunda önemli bir etken aslında.
Geçtiğimiz aylarla Sakıp Sabancı Müzesi’nde (SSM) açılan resim sergisi bu yüzden sadece bir sergi olmanın ötesinde günümüz sanatseverlerine Türk resminin önemli bir sanatçısını da yeniden hatırlattığı için ayrı bir anlam taşıyor. Aynı zamanda benim de son zamanlarda büyük bir merakla gezdiğim ve çok şey öğrendiğim sergilerden birisi oldu. Sergi Melek Celal’in hayat hikayesinden başlayarak, tablolarına, yaptığı büstlere, gazetelerde yazdığı yazılara, hazırladığı kitaplara kütüphanesindeki eserlere, mektuplara, kartpostallara, aile fotoğraflarına yer veriyor. Ayrıca sergiye paralel olarak bir de SSM Yayınları arasında Unutulmuş Bir Cumhuriyet Kadını Melek Celal adıyla hacimli bir kitap meraklılarını bekliyor. Kitapta ressamın sanatı, hayat hikayesi, dostlukları, gazete yazıları yanında tablolarından da bir seçki dikkat çekiyor. 1924 yılında Gatasaray Sergileri’ne katılan ve 1935 yılında ilk kişisel sergisini açan Melek Celal, portre ve natürmort ressamı olarak bilinse de çok yönlü bir sanatçı aslında. Anadolu motiflerinden esenlenerek çizdiği desenler, şehir planlama, hat sanatı ve Türk işlemeleri üzerine kaleme aldığı eleştiri yazıları ve Hat sanatının iki büyük ustası Şeyh Hamdullah ve Kamil Akdik üzerine hazırladığı kitapları sanatçının çok yönlü kimliğine dikkat çekerken günlüğü, mektupları, biriktirdiği kartpostalları ve fotoğrafları unutulmuş bir sanatçının hayatına ışık tutuyor.
Türk resim dünyasında sanatçı aynı zamanda Melek Sofu ve Melek Lampe isimleriyle de anılıyor. Aslında onun bu üç ismi hayatının da üç dönemi gibi: 1896 doğumlu Melek Celal, Erken Cumhuriyet döneminin pek çok sanatçısı gibi, İstanbul’da varlıklı bir Osmanlı ailesinin kültür birikimiyle yetişiyor. Melek Celâl’in hayatı, yalnızca bir dönemin unutulmuş bir ressamının hikayesini değil, aynı zamanda geç Osmanlı ve erken Cumhuriyet döneminin kültürel panoramasını da ortaya koyuyor. Hayatıyla ilgili fazla bir bilgi olmayan Melek Celal’in babasının üst düzey asker olduğu annesini 20 yaşındayken kaybettiği ve avukat Celal Sofu beyle evlendiği biliniyor. Yine bu evlilikten 1918 doğumlu Ziya Sofu adında bir oğlu olduğu kayıtlara geçmiş. İlk eşini erken yaşta kaybeden Melek Celal daha sonra sağlık sorunları yüzünden tedavi olduğu Alman doktor Prof.Dr. Lampe ile evlenip ömrünün son yıllarını da Almanya’da geçirip orada vefat ediyor. Hayattaki tek varisi olan oğlu ise Londra’ya yerleşiyor ve 1994 yılında o da vefat ediyor.
Türk el işine adanan ömür
Sergiyi gezerken Melek Celal’in tablolarında ilk dikkatimizi natürmortlar çekiyor. Celal, doğayı çok sevdiği için sık sık kır gezileri yaparmış. Günlüklerinde ise aile dostu olan Yahya Kemal ile Üsküdar’da buluşup burada eski sokakları, camileri, mezarlıkları gezdiklerini öğreniyoruz. Yine sanatçının Türk el işine de ilgisinin olduğunu sergiyi gezerken anlıyoruz. Öyle ki Melek Celal 1939 yılında Türk İşlemeleri adlı bir kitap hazırlamış ve bu çalışması aynı zamanda Türk işlemeleri üzerine yapılan ilk yerli araştırmalardan biri olarak kayda geçmiş. Celal kitabında Türk elişleri motiflerinin nasıl işleneceği yönünde ayrıntılı bilgiler veriyor. Sadece ülkemizde değil dünyada da Türk el işlerini tanıtmak için çeşitli konferanslar veren Melek Celal’in aynı zamanda Türk el işi üzerine topladığı önemli bir koleksiyonu da varmış. Bu koleksiyonu ömrünün son yıllarını geçirdiği Almanya’da Münih Müzesi’ne bağışladığını yine çıkan haberlerden okuyoruz. Melek Celal’in yaptığı tablolarda da el işi yapan ya da dikiş diken kadınların görülmesi bu ilgisinin bir tezahürü olsa gerek.
Ancak Melek Celal’in tablolarında sadece el işi yapan kadınlar değil aynı zamanda sosyal hayatın içindeki kadın da öne çıkıyor. 1936 tarihli meşhur “Eski Büyük Millet Meclisi Kürsüsünde Kadın” adlı tablosu da bunun örneği. Yine kendi otoportrelerinde de güçlü bir Cumhuriyet kadını dikkat çekiyor.
Hat sanatına ilgi ve destek
Melek Celal gelenekle moderni sanat anlayışında buluşturmuş bir isim. Özellikle hat sanatı üzerine yazdığı iki kitap geleneksel sanatın kendi sanat anlayışı içinde ayrıcalıklı bir yeri olduğunu göz önüne seriyor. Hakkında yazılan yazılarda ise Melek Celal’in Şeyh Hamdullah ve Kamil Akdik’in ardından Necmettin Okyay, İsmail Hakkı Altınbezer gibi geleneksel sanatın önemli ustaları üzerine seri olarak kitap çalıştığını ancak bu çalışmaların yarım kaldığını öğreniyoruz. Melek Celal’e göre Türk hat sanatı başta olmak üzere geleneksel sanatı yok sayarak bugün yeni bir sanat anlayışı ortaya koymak mümkün değildir. Bir sanatçı ancak geçmişinden beslenerek kendi sanatını var edebilir.
Unutulan bir isim
Ömrünün son yıllarını Almanya’da geçiren sanatçının vefatından yaklaşık üç yıl sonra Taha Toros bir yazısında biraz da sitemle Melek Celal’i şu cümlelerle anıyor: “Ölümü üzerinden 3,5 yıl geçmiş bulunuyor. Bir sanat dostu çıkıp ta, -basın aracılığıyla- ölümünden sonra, bu çok yönlülüğüyle ünlü kadını anma ve tanıtma görevini yapamadı. Öyle tahmin ediyorum ki, onu tanıyan aydınlarımızın çoğu, bu unutuluşun burukluğunu hissetmişlerdir. Çünkü Melek Celal sıradan bir kadın, sıradan bir sanatçı, değildi. Doğu- Batı kültürünün karışımı içerisinde, özenle yetiştirilmiş, çok yönlülüğe örnek değerde bir kişiliğe sahipti.”
Bu sergi vasıtasıyla Melek Celal umarız belleklerde yeniden yer eder ve hakkında daha kapsamlı çalışmalar yapılır.
En önemli kaynak Taha Toros yazıları
Sanatçının sağlığında tablolarını satmayıp yakınlarına hediye ettiği biliniyor ancak Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi’ne bağışladığı tablolar ve vefatından bir süre önce bir komşusuna bıraktıkları dışında diğer tablolarının ne olduğu hakkında bilgi bulunmuyor. İlk Kadın Ressamlarımız adlı bir kitap hazırlayan Taha Toros oğlu Zifa Sofu’nun sağlığında Melek Celal ile ilgili bilgiler almış ve sanatçıyla ilgili daha sonra yapılan çalışmalara da bu bilgilerin tekrarı günümüze ulaşmış. Ancak bilgilerin sınırlı olması, Melek Celal’in yurt dışında vefat etmesi ve başka bir yakınının olması bu önemli sanatçının hayatıyla ilgili pek çok ayrıntıyı karanlıkta bırakmış.
Sanat dünyasını evinde ağırlar
Melek Celal Osmanlı dönemindeki pek çok varlıklı ailenin çocuğu gibi konak eğitiminden geçmiş ve Fransızca , Almanca dillerini öğrenmiş ayrıca piyano eğitimi almış. İlk resim derslerini ise asker ressam olan dayısı Kazım Bey vermiş. Özellikle yanında büyüdüğü anneannesi Eşref hanımın ve yine onun kız kardeşi Nasib hanımın evlerinde yapılan kültür sanat buluşmaları sayesinde erken yaşta dönemin önemli yazar, müzisyen ve şairleriyle tanışmış. Anneannesinin yakın arkadaşlarından olan şair Nigar Hanımın yönlendirmesiyle resme başlayan Melek Celal, o dönemde İİnas Sanayi Nefise Mektebi’nin ilk öğrencilerden biri olmuş. Yine sanatçının Paris’te de misafir öğrenci olarak resim atölyelerine katıldığı biliniyor. Dönemin önemli avukatlarından Sofuzade Hasan Celal Bey ile evlenen Melek Celal’in bu evliliğinden bir oğlunun olduğu ve evlendikten sonra da resme devam ettiği ve pek çok sergisini de bu dönemde açtığı biliniyor. Çocukluğundan itibaren kültür sanat ortamında bulunan Melek Celal’in eşiyle birlikte oturdukları Moda’daki evlerinde de dönemin ünlü sanatçılarını ağırladığı biliniyor. Sofu çiftinin evi Yahya Kemal, Abdülhak Şinasi, Hamdullah Suphi, Celal Esat, Burhan Toprak, Fazıl Ahmet, Rudolf Belling, Leopold Levy, Roman Bilinski, Louis Süe gibi dönemin kültür ve sanat insanlarının buluştuğu bir mekan olmuş.
Melek Celal’in eşi 1946 yılında vefat ettikten 10 yıl kadar sonra 1956 yılında Prof. Dr. Arno Eduard Lampé ile evlenmiş ve Münih’e yerleşmiş.Evlendiği yıllarda da sağlık problemleri olan Melek Celal’in sorunları yıllarca devam etmiş ve 15 Eylül 1976 tarihinde vefat etmiş. Evlilikle birlikte Münih’e yerleşen sanatçının hem vatanına hem de oğluna duyduğu özlem ise yazdığı mektuplarda dile geliyor.
Kaynak Yeni Şafak Pazar eki