İstanbul’un maneviyat dünyasına açılan tekkelerinin tarihi aslında fethin öncesine uzanıyor. Bahçekapı’daki Şeyh Mehmet Geylani Tekkesi, Cankuran’daki Akbıyık Tekkesi ve Beykoz’daki Akbaba Tekkesi tekkeler İstanbul’un öncü tekkeleri arasında sayılıyor. Büyük İstanbul Tarihi ansiklopedisindeki bilgilere göre İstanbul’un fethinden 100 yıl sonra 75 civarında sadece Suriçi’nde tekke varmış. Yine aynı kaynağa göre özgün tekkelerin yanı sıra fethin ilk dönemlerinde hizmet veren Sümbülefendi, Küçükayasofya ve Akşemsettin Camii ve tekkeleri ise çoğunlukla cami-tekkeye dönüştürülmüş olan, birtakım Bizans manastır ve kiliseler olarak uzun yıllar hizmetlerini sürdürmüşler. Tarikat pirlerinin gömülü olduğu türbeler, ibadet edilen semahane ya da tevhidhaneler, yemeklerin hazılandığı mutfak, muhiplerinin kabirlerinin bulunduğu hazire, derviş odaları, mabeyin, fırın, taamhane, harem, musiki aletlerinin bulunduğu zakirbaşı odası, sohbet için ayrılan meydan odası ya da kahve ocağı gibi bölümler aynı zamanda bu tekkelerin ortak mimari özellikleri olarak da ortaya çıkıyor. Özbek, Hindi ve Afgan tekkelerinin yanında bir tür cüzam hastanesi olarak faaliyet gösteren Üsküdar’daki Miskinler Tekkesi, kimsesiz yaşlı kadınların barındığı Eyüp İdrisköşkü’ndeki Hatuniye Tekkesi, Osmanlı spor tarihinde önemli yeri olan Unkapanı’ndaki Pehlivanlar Tekkesi ya da güreş ve okçuluk talimi yapılan Okmeydanı’ndaki Okçular Tekkesi gibi farklı alanlarda hizmet veren tekkeleri de anmak gerekir.
KİMİ YIKILDI KİMİ SATILDI
Ansiklopediden öğrendiğimize göre fetihle birlikte ise sayıları hızla artmış bu mekanlar farklı tarikat ve gruplara ait olarak yüzyıllar boyu özellikle Müslümanların çoğunluk olarak yaşadıkları mahallelerde hizmetlerini sürdürmüş. Devletin siyasi ve dini yapılanmasında önemli rolü olan İstanbul tekkelerindeki kültürel yaşam bilindiği gibi 1925 yılında çıkarılan “tekke ve zaviyelerin kapatılma kanunu”yla birlikte sekteye uğramış. Ardından da tekkelerin bir kısmı cami olarak kullanılmış, uygun olmayanlar ise vakıflar tarafından yıktırılarak arsaları satılmış, bir kısmı mesken, bir kısmı depo ya da okul olarak kiraya verilmiş. Çok büyük bir kısmı ise zaman içinde harabeye dönerek çökmüş ya da yangınlarda ortadan kalkmış. İstanbul’da Cumhuriyet sonrası en büyük yıkımın tekkelerde yaşandığını söylemek yanlış olmaz. Bugün ayakta kalan sınırlı sayıdaki Kasımpaşa’daki Aynî Ali Baba Tekkesi, Karagümrük’teki Nurettin Cerrahî Tekkesi ve Fatih’teki Ümmü Kenan Tekkesi ya da Galata Mevlevîhanesi Müzesi İstanbul’daki tasavvuf kültürüne dair önemli bilgilere uğraşacağımız adreslerin başında gelir. Yine son yıllarda Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yeniden restore edilerek ayağa kaldırılan Yenikapı Mevlevîhanesi, Bahariye Mevlevîhanesi, Davutpaşa’da Beşikçizade Tekkesi, Eyüp’te Hatuniye, Mustafa Selami Efendi, Şeyh Murad Efendi, Vezir ve Oluklubayır tekkeleri, Eğrikapı’da Emir Buharî Tekkesi, Sütlüce’de Hasırîzade Tekkesi, Kasımpaşa’da Turabî Baba Tekkesi, Üsküdar’da Nalçacı Halil Efendi Dergâhı gibi bugün eğitim, kültür faaliyetlerinun yapıldığı bu mekanlar ise bu tekkelerin mimari yapılarını ayakta tuttukları için önemli adreslerdir.
UNUTULAN YÜZLERİ
İşte yaklaşık 100 yıl önce alınan bir kararla kapılarına kilit vurulan İstanbul’un tekkeleri geçtiğimiz günlerde Sultanahmet’teki Türk İslam Eserleri Müzesi’nde açılan “İstanbul’da Tasavvufi Hayat” sergisiyle yeniden gün yüzüne çıktı. Tasavvuf kültürünün sanatsal, siyasi ve mimari yüzüne ışık tutan serginin proje danışmanları arasında Nurhan Atasoy, Ruhi Ayangil, Süleyman Berk, Nilgün Gencer ve Sinan Genim gibi isimler bulunuyor. Sergide tekkelerde kullanılan mutfak eşyasından, musiki aletlerine, derviş kıyafetlerinden duvarlardaki hat eserlerine kadar tekke hayatını yansıtan ve günümüze ulaşmış eserler dikkat çekiyor. Aynı zamanda bu eserlerden ilhamla İstanbul Beyoğlu Refia Övüç Olgunlaşma Estitüsü’ndeki yedi farklı atölyede yaklaşık 60 kişilik bir ekip tarafından üretilen eserler de sergide ziyaretçilerin beğenisine sunuluyor. İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün ortak projesi olarak hayata geçen bu çalışma 10 Ocak 2023 tarihine kadar görülebilir. Nakış, Hat ve Tezhip, Giyim Üretim Teknolojileri, Kuyumculuk ve El Sanatları atölyelerinden çıkan eser ve ürünlerin yer aldığı sergiyi küratör Erkan Doğanay ve Türk İslam Eserleri Müzesi Müdürü Ekrem Aytar ile birlikte gezdik. Sergi İstanbul’un bugün ayaktaki tekkelerini yorumlayan bir minyatür eserle başlıyor. Tekstil atölyesinde şeyh ve derviş başlıkları, kuşakları, cübbe ve gömlekler asıllarına sadık kalınarak hazırlanmış. Tekke ve türbelerin duvarlarındaki hat eserleri de yeniden yorumlanmış.
Tekstil sanatçısı Elizabeth Strub Madzar ise hat eserlerini yorgan ve kumaşlara işleyerek alanında özgün bir çalışmayla sergide yer alan isimler arasında. Ayrıca Malik Aksel koleksiyonundan hat eserlerini de bu sergide görmek mümkün. Yine hat alanında yapılmış ilk animasyon eserlerden biri olarak bilinen Sezer Tansuğ’un “Amentü gemisi” ise yine serginin dikkat çeken parçaları arasında. Üstelik bu önemli eserden ilhamla Beyoğlu Olgunlaşma Enstitüsü’nün kuyumcu atölyesinde hat eserlerinden üretilen kolye, broş ve aksesuarlar da serginin en özgün eserleri arasında yer alıyor. Sergide beğendiğiniz ürünlerin bir kısmını ise daha sonra enstitünün Beyoğlu ve Galataport’taki dükkanlarından satın alabilirsiniz.