Kütahya denilince aklıma ilk önce Süheyl Ünver’in de “manevi oğlu” ressam ve neyzen Ahmet Yakupoğlu’nun yaptığı tablolar gelir. Yakupoğlu’nun bu tablolarında tarih ve doğanın iç içe geçtiği tipik bir Osmanlı şehri görürüz. Tablolardaki şehir sokakları, tarihi evleri, çeşmeleri, camileri, türbeleri ve yemyeşil doğasıyla insanı kucaklar. Oysa Süheyl Ünver’in kitabını okurken bu tablolar konuşmaya, tarihi evler eskimeye, camiler yıkılmaya, sokaklar değişmeye başlar ama yine de hala sokak başlarında akan gürül gürül çeşmelerin sesini duyarız ve güler yüzlü halkı el sallar biz hala buradayız diye.
KÜÇÜK BİR ŞEHİR TURU
Doğumunun 100. Yılını kutladığımız ressam Ahmet Yakupoğlu’nun Kütahya tabloları zihnimde, elimde ise Süheyl Ünver’in “Kütahya Defterleri”yle şehrin sokaklarında dolaşmaya başladım. Bu güzel şehri gezmek için bir günüm vardı. Google map haritasında işaretlediğim adreslere doğru yola çıktım. Ünver kitabında “tertibatı çirkindir” diye tarif ettiği Hükümet Konağı bugün Adalet Sarayı olarak hizmet verse de hafta sonu olduğu için içine girmem mümkün olmadı. Germiyanoğlu 2. Yakub’un yaptırdığı İmaret Mescidi ise 1999 yılından bu yana Çini Müzesi olarak hizmet veriyordu. Yeşil Cami hala çok güzel ve dimdik ayaktaydı. İçerisini görebilmem için ikindi namazını bekledim. Vacidiye Medresesi’nin içinde Arkeoloji Müzesini dolaştım. Müze çıkışının tam karşısında gördüğüm kahve Ünver’in oturup Vacidiye Medresesi’ni çizdiği kahve olmalıydı. “ 27.5.1960’ta Vacidiye Medresesi’nin tam karşısındaki kahvehane önünde çizerken Radyolar ‘alo alo radyonuzun başından ayrılmayın asker vaziyete hakimdir. Yeni hükümet kuruldu. Nato’ya Cento’ya bağlıyız falan filan… Boyuna haber veriyor. Adnan Menderes dün gece Eskişehir’den Kütahya’ya kaçmış. Sabaha karşı yakalayıp götürmüşler…” satırlarını yazdığı kahvede bugün üç beş kişi önlerinde birer bardak çay, çenelerine indirdikleri maskeyle sohbet ediyorlardı. Derken cami hoparlörlerinden anons yapıldı. Artık salgın nedeniyle açık havada sigara içmenin yasaklandığı dile getiriliyor ve yasak olan alanların adresleri veriliyordu anonsla.
Kütahyalı Mustafa Efendi’nin 4’üncü kuşak torunu olan Kemal Yücer (67), 52 yıldır saatçilik mesleğini sürdürüyor.
NURİ EFENDİ’NİN DÜKKANI YIKILMIŞTI
Kitabın içindeki insan hikayeleri de en az tarihi yapılar kadar dikkat çekiciydi. Mesela kitabın kapağında Ünver’in resmettiği Nuri Efendi’nin dükkanı hala ayakta mıydı? Esnafla yaptığım birkaç sohbetin sonunda saatçi Nuri Efendi’nin dükkanının bulunduğu adrese yöneldim. Maalesef 2000’li yıllarda dükkan yıkılmış dükkanın yerinde yol kavşağı, biraz ilerisinde umumi tuvaletler ağacın yerinde de koca bir direk bulunuyordu. Peki Atatürk’e saat hediye eden o meşhur Kütahyalı Mustafa Efendi’nin ailesinden bu şehirde yaşayan kimse var mıydı? Kitapta saatçi Mustafa Efendi’nin damadı olan Ahmet Yüceer, Ünver’e çocuklarından birinin dede mesleğini sürdürdüğünü ve dükkanının da Sadettin Camii altında olduğunu söylüyordu. Acaba o dükkan hala ayakta mıydı?
MUSTAFA EFENDİ’NİN TORUNUYLA TANIŞTIM
Öğlen karnımı doyurmak için ara sokaklardaki ilk köfteci dükkanına oturdum. Kapı önündeki masada etrafımı seyrediyordum ki tam karşı köşede “Saatçi Kemal” tabelası dikkatimi çekti. Saadettin Camii’nin altındaki bu tabela yoksa Ahmet Yüceer’in oğlunun dükkanı mıydı? Cami altındaki yaklaşık 2 metre karelik bu küçücük dükkandan içeri başımı uzattığımda beyaz saçlı bir bey bütün dikkatiyle elindeki kol saatini tamir ediyordu. Selam verip önce elimdeki kitabı gösterip Süheyl Ünver’in Ahmet Yüceer ve Mustafa Efendi’den bahsettiği satırları okudum. “Evet, biri dedem diğeri de büyük dedem olur. Burası babamdan bana kaldı 52 yıldır saatçilik yapıyorum” dedi ve beni dükkanına davet etti. Kemal Yücer, dedesinin aldığı Yüceer soyadındaki iki ‘e’den birini mahkeme kararıyla sildirmiş. Dükkanda uzun yıllar babası saatçilik yapmış kendisi de bu mesleği çocuk yaşta öğrenmiş. Bugün 67 yaşında olan Kemal Yücer dört kuşaktır devam ettirdikleri bu mesleğin son temsilcisi olduğunu söylüyor.
“Bana tamir için saat getirenler de gittikçe azalıyor bu mesleğin son demleri” diyen Yücer yeni çıraklar yetişmediğini üzülerek sözlerine ekliyor..
Neyzen bestekar ve saat ustası: Saatçi mustafa efendi
Kütahya Mevlevîhânesi son Neyzenbaşısı olan Saatçi Mustafa Efendi Kemal Yücer’in dedesinin kayınpederi . Ailedeki ilk saat ustası. Saatçi Mustafa Efendi ney üflemenin yanında besteler de yapmış.Bugün “İntizâr-ı makdeminle nev bahar eyler hulûl” sözleriyle başlayan Aksak Usûlündeki Hisarbûselik şarkısı TRT Repertuarı’nda kayıtlıymış. 1938 yılında vefat eden Mustafa Efendi saatçilik mesleğini Ahmet Yüceer’e öğretmiş ve Yüceer’i kızıyla evlendirmiş. Ressam Ahmet Yakupoğlu “Rengârenk Kütahya” adlı eserinde Mustafa Efendi’yi şöyle anlatır: “Kendisi (Muvakkithâne) denilen o zamanki rasathâne hükmünde olan saat ayarlama yerinde saat imâl ederdi. Bu saatler camilerde son yıllara kadar çalışmıştı. Atatürk’ün sağlığında Ankara’da açılan, El Sanatları Sergisine ahşap kısmı ve takvimine varıncaya kadar her şeyi ile Mustafa Efendi’nin elinden çıkma bir duvar saatini gönderir. Atatürk’ün takdirini kazanır. Sergiden kendisine bir altın madalya ve takdirnâme gönderilir. Altın madalyanın takdimi için Halkevi’nde yapılan törende o devirdeki saz arkadaşları ile bir konser vermiş o heyetin içinde kendisi de ney ile iştirak etmiş ve ayrıca taksim lûtfetmişti. Mustafa Efendi esasen kuvvetli, mahir bir neyzendi aynı zamanda.” Kemal Yücer ise dedesiyle ilgili şu bilgileri ekliyor: “ Dedem 8 adet saat yapmış. Yaptığı masa saatini Atatürk’e hediye etmiş. Diğer saatleri ise cami ve müzelerde korunuyor.” Mustafa Efendi’nin yaptığı sekiz saatin de her biri birbirinden farklı olduğunu bu mesleği geliştirmek istediğini ancak destek görmeyince tamirciliğe devam ettiğini dile getiriyor torunu Kemal Yücer. Sohbetin ortasında dükkandan başını uzatıp sokağın ilerisindeki “fotokopici” yazan tarihi yapıyı işaret ederek sözlerini şöyle sürdürüyor Kemal Yücer: “Şu gördüğün yer eskiden mukavvithaneydi, aynı zamanda dedemin dükkanıymış. Saat tamiri ve imalatı yapan dedem Mevlevi de. Mevlevihanede’de neyzenlik yapmış. Bugün Dönenler Cami olarak bildiğimiz yer o zaman Mevlevihane imiş.”
Süheyl Ünver’in notlarında damat Ahmet Yüceer anlatıyor
Süheyl Ünver’in Kütahya Defterleri’nde dikkat çeken portrelerden biri saatçi Mustafa Efendi. 1960’larda Mustafa Efendi’nin damadı Ahmet Yüceer’le yüz yüze tanışıp sohbet etme imkanı bulan Ünver onun ağzından Mustafa Efendi ile ilgili şu bilgileri aktarıyor kitabında:” Sekiz sene yanında çalıştım. Sonra bana bir dükkan açtı. Kerimesi ile evlendim. Üç çocuğumuz oldu. Bir damadım Antalya’da lise müdürü. Bir oğlum Saadettin Camii altında saatçi. Diğer oğlum orman dairesinde memur. Gördüğünüz masa, alet adavat kayınpederim Mustafa Efendi’nin. Mustafa Efendi büyük küçük saat tamiri yapar ve saat imal eder. 5-6 saat yaptı. (torunu sekiz saat diyor) İç aletleri hep kendisinin. Lala Hüseyin Paşa Camii’nde, Atatürk’te ve müzede. Diğerleri kayınbiraderlerim olan oğullarında. İki oğlu bir kızı vardı. Saat imalatında iç aletleri pirinçten levha halinde döktürür, planını çizer, tornada dişlerini yapar. Sonra onu tesviye eder tamamlar. Saatin esasi programını kendi yapar.
Yaptığı saatlerden biri Macar Evi Müzesi’nde sergileniyor. Saat 2 metre boyunda. Üzerinde takvim, ay ve günü gösteriyor. Bir de ağırlıkla çalışıyor. Ahşap mobilyası, her şeyi Mustafa Efendi’ye ait kaliteli ve değerli bir saat.
SERMAYE DESTEĞİ ALAMADI
Hayatında çok mücadele etti. Düşüncesi bu idi. Sermaye verin büyük saatleri ben yapayım. Git gide ufaltırız, nüfusum çok, ben sermaye koyamam derdi. Bir saatini de Ankara’da sergiye göndermiş, orada satılmış. Atatürk’ün gönderdiği madalya kütüphanede idi. Kaybolmuş. (torunu madalyonun müzede olduğunu söyledi) Mütevazı, nısfiye üfler. Mevlevihane’ye giderdi. Çok sakin, fazla konuşmaz kendi halinde. Kayınpederim Mustafa Efendi askerliğini vaktiyle Edirne’de yapar. Edirne Mevlevi şeyhine gider. Mevlevi şeyhi askeri idareden benim yakınım der müsamaha gösterirler. Yanında kalır. Gündüzleri askere gider işi bitince serbest kalır. Boş vakitlerinde Edirne’de çok meşhur bir saatçi varmış, onun yanında devam eder. Bu zat Rusçuk’tan hicret ederek gelmiş, Edirne’de kalmış. Ona hizmet eder ve saat yapmayı ondan öğrenir. Askerliği bitip Kütahya’ya gelince saatçilik yapar ve kendiliğinden katmanlarla bu işi ilerletir. Saatin daima şeklini değiştirir. Bir yaptığını bir daha tekrar etmemiştir. En son yaptığı müzedeki takvimli saattir. Müzedeki saat çalışmıyor. Zira paslanmış, uzun zaman çalışmadığından bozulmuş. Ama tamir olunabilir. Her şey yağlamaktan ibaret. O zaman işler. Mustafa Efendi, Ahi Erbasan Kabristanı’nda Ebe Fatıma yakınında medfun. Yeri belli, taşı koybolmuş. Vefatında 65 yaşlarında. Tevellüdü 1292. Vefatı Atatürk’ten altı ay öncedir…”
Dedem ve babam fotoğrafçılık da yapmış
Kemal Yücer’in dedesi Ahmet Yüceer’in saatçi dükkanı ise Mollabey Camii’nin altındaymış. “Dede mesleğini babam da sürdürmüş. Dedem oğluna Saadettin Camii altında bu dükkanı açmış. Babamdan sonra da aynı dükkanda ben bu mesleği sürdürüyorum” diyor Kemal Yücer. Dedesi ve babası aynı zamanda fotoğrafçıymış. Yücer şöyle devam ediyor: “Dedem şehrin en eski fotoğrafçılarındanmış. Kendisinin üç ayaklı fotoğraf makinalarından varmış. Saatçiliğin yanında fotoğrafçılığı da babama öğretmiş. Ama fotoğrafçılık mesleği bana geçmedi. Babamdan sadece saat tamirciliğini öğrendim.”
KAYNAK: Yeni Şafak 29 Kasım 2020
https://www.yenisafak.com/hayat/bir-asir-saatler-arasinda-gecti-3587069