
Lord Byron’ın Don Juan’ı, Virginia Woolf’un Orlando’su, Pierre Loti’nin Aziyadé’si, Ian Fleming’in James Bond’una kadar dünya dillerine defalarca çevrilmiş, sahneye ve beyaz perdeye aktarılmış pek çok kurmaca eserin bir ucunun da İstanbul’a çıktığını biliyor musunuz? Yazdığı eserleri İstanbul’a uzanan yazarların listesi aslında epeyce uzun.
Voltaire, Victor Hugo, William Butler Yeats, Jules Verne ve daha niceleri…Üstelik bu isimlere günümüzden de yenileri ekleniyor.
Meşher’de, Hikaye İstanbul’da Geçiyor adlı sergi sanatseveri Batı dünyasında kaleme alınmış İstanbul temalı kurmaca eserlerle buluşturuyor. Ömer Koç’un İstanbul koleksiyonundan seçilmiş 300 kitap 16. yüzyıldan günümüze uzanıyor. Küratörlüğünü Ebru Esra Satıcı ve Şeyda Çetin’in üstlendiği sergide, casusluk, harem, aşk, fantastik ve bilim kurguya kadar geniş bir yelpazeden roman, hikaye ve şiir kitapları var. İthaflı, imzalı kitapların yanında nadir ilk baskılar, yazarların el yazmaları, gravür, resim, nota kitapçıkları, film videoları ve afişleri de sergide görülebilir. Ayrıca kitaplar ve filmler üzerine Türk basınında çıkmış röportaj ve haberlerin yer aldığı gazete kupürleri ve alıntılar da sergileniyor.

300 eserden Batı’nın Türk’e bakışı
Ancak şunu söylemeliyim ki 300 kitap arasında gezinizi tamamlayıp dışarı çıktığınızda yüzlerce yıldır Batı dünyasının Türklere karşı düşmanca bakışını da net olarak görüyorsunuz. İstanbul ile ilgili yazan Batılı yazarlar Türkleri olumsuz bir imaj üzerinden topluma lanse etmeyi görev bilmiş adeta. Bunun için de klişelere sığınılmış. Osmanlı döneminde yazılmış romanlarda saray etrikaları, iktidar hesaplaşmaları, haremde yaşanan aşklar genel olarak kurgulanırken Cumhuriyetin ilanından sonraki eserlerde ise İstanbul casusluk, mafya, cinayet gibi kirli işlerin adresi olarak eserlerde öne çıkmış. Her ne kadar serginin amacı böyle bir yorumun altını çizmek olmasa da herkesin sergiden kendine çıkaracağı tarihi bir ders var sonuçta. Zaten serginin yola çıkış amacı da tam olarak yeni sorular sordurup yeni cevaplar için düşündürmek: Mesela İstanbul’a gelen yazarlarla hiç görmeden yazanların eserlerindeki bakış açısı neden birbiriyle bu kadar örtüşüyor? Ya da yüzyıllar içinde aynı klişeler neden öne çıkıyor?
Bana göre özellikle Batı dünyasının zihinlerdeki Doğu-Batı ayrımını, oryantalizm anlayışını ve Batı dünyasındaki Türk algısını eserler üzerinden daha net görmek için kaçırılmayacak bir sergi. Sergiyi gezerken ilk dikkatimi çeken Batı dünyasının kendine sınır çekip “öteki”ni anlatmaya başladığında ilk durağın İstanbul olması. Harem ise Doğu’nun kapalı kapıları adeta. Bu arada bu eserlerin bir kısmı yazıldıkları dönemde de Türk yazarlar tarafından kaleme alınan makalelerle eleştirildiğini hatırlatalım. Bazı eserler ise Türkçeye çevrilirken okura “Biz bu görüşlere katılmıyoruz” ibaresiyle sunulmuş. Bir çoğu da Türkçeye çevrilmemiş bile. Ayrıca sergiye paralel Türkçe ve İngilizce hazırlanmış katalog kitap var ve sergideki eserleri yorumlama hususunda okura yeni pencereler açıyor.
Serginin çıkış noktasını aslında 35 eser oluşturuyor. Bu eserlerle ilgili sergide ayrıntılı bilgiler yer alıyor.
Sergi salonunda sanatseverleri ilk karşılayan 1932’de yayımladığı İstanbul Treni kitabının yazarı olan aynı zamanda modern gerilim ve casusluk romanlarının öncüsü kabul edilen Graham Greene. Sergide İstanbul Treni adlı kitabının farklı baskıları yer alıyor. 1932 yılında yazılan bu kitap daha sonra filme de uyarlanmış. Aynı zamanda bu roman 1934 yılında da Agatha Christie tarafından kaleme alınan Doğu Ekspresinde Cinayet kitabına da ilham olmuş.
20. yüzyılın en ünlü macera ve cinayet yazarı Eric Ambler ise İstanbul’dan üç romanında bahsediyor. Sergide ise The Mask Of Dimitrios (1939) ve Journey Into Fear (1940) kitapları yazarından imzalı ve ithaflı ilk baskılarıyla yer alıyor. Esrarengiz şahsiyetler, konsolosluk binaları, dar ve kesif kokan sokaklar, tarihi binaların çatılarındaki kovalamacalar, tren garı ve İstanbul Boğazı etrafında şekillenen bu romanlardan Gün Işığı 1964 yılında Topkapı adıyla sinemaya da uyarlanmış ve o dönem gazetelerin birinci sayfasında yer bulmuş. Ambler, bu arada İstanbul’u hiç görmemiş. Ayrıca Alexander Korda ve Alfred Hitchcock gbi ünlü sinemacılarla çalışınca bir anlamda macera filmlerinin de sinemada önünü açan yazar olmuş.
Nitekim James Bond serisinin çıkış noktasında da etkili olmuş bir isim. Bond karakterinin yaratıcısı Ian Fleming de her fırsatta Eric Ambler’den etkilendiğini dile getirmiş. Nitekim Fleming, serinin beşinci kitabında Bond’un yolunu Ambler gibi İstanbul’a düşürür. Her ne kadar bu kitapta İstanbul’un güzelliğine vurgu yapılsa da karakterin Türklerle ilgili olumsuz düşünceleri burada da öne çıkar. Hatta kitabın Türkçe baskısındaki önsöz de bu görüşlerin tasvip edilmediğini dile getirilir. Yine sinemada seyirciyle buluşan başka bir eser Alman yazar Rudolf Eruch Raspe’ye ait. Baron Munchausen’ın Maceraları adlı kitap 1866’da yayımlanmış, 1943 yılında da filme uyarlanmış. 1980 yılında ise Çılgın Baron adıyla Türkçeye çevrilmiş. Rafspe’nin bir Alman subay oduğunu Osmanlıya karşı savaşıp eşir düştüğünü ve böylece padişahla dostluk kurduğunu ve bu anılarını abartılı hikayelerle anlattığını hatırlatalım.
Pierre Loti ve romanları
Sergide dikkat çeken bir başka isim ise Türk dostu olarak anılan Pierre Loti. İstanbul’da yaşayan Loti’nin Aziyade romanı bir aşk hikayesi anlatır. Loti, Türkçeye Mutsuz Kadınlar olarak çevrilen diğer romanında ise haremdeki kadınların yaşantısını işler. Yayımlandığı dönemde romanlarının epey ses getirdiğini pek çok Türk yazarın ise eleştiren yazılar kaleme aldığını söyleyelim. Sergide Loti’nin eserlerinin farklı dönemlerdeki baskıları öne çıkıyor. Yine Loti’ye 2. Abdülhamid’in hediye ettiği bir tütün tabakası ve bir portresi de sergide. Loti’nin dostu Claude Farraire’in Ankaralı Dört Kadın kitabı da farklı baskılarıyla yine sergide yer alıyor. Ayrıca sergide Türk dostu Fransız yazar Claude Farraire’in özgün el yazması çalışması var.
En eski roman Kanuni döneminden
Sergideki en eski eser bizi 16. yüzyıla götürüyor: 1547 tarihli Bertrand de La Borderie’e ait “Konstantinopolis Seyahati Üzerine Konuşma”. Bir aşk mektubu formunda yazılmış manzum bir eser. Ayasofya ve Bizans eserleri ayrıntılı olarak anlatılmış bu şiirde. Yine 1641 yılında okurla buluşan Ibrahim ou l’illustre Bassa adlı roman Osmanlı ile ilgili ilk kurmaca eser kabul ediliyor ancak içeriğinden dolayı bugüne kadar Türkçeye çevrilmemiş. Orijinal baskısı ise sergide yer alıyor. Bu roman aslında Fransız bir yazar kadın olan Scudéry tarafından yazılsa da dönemin şartlarından dolayı kendi gibi yazar olan ağabeyinin adıyla yayımlanmış. Haremde aşkı işliyor. Bu arada Scudéry’nin romanı Batı dünyasının Osmanlı ile ilgili yazdığı romanlara da tarih boyunca ilham kaynağı olmuş. Nitekim 2000 sayfalık.
4 ciltlik bir roman olan bu eserin bir benzeri 1981 yılında yine bir Fransız kadın yazar olan Catherine Clément tarafından La Sultane adıyla kaleme alınmış. Yüzyıllar içinde Osmanlı’ya bakış ise hiç değişmemiş.
Bir başka Fransız yazar ve filozof Voltarie’in İstanbul’da sona eren romanı Candide de farklı dönemlerdeki baskılarıyla sergide yer alıyor. Bilindiği gibi romanın kahramanı Candide İstanbul’a gelir ve burada karşılaştığı Türk köylüsü ona dervişane şu cümleyi sarf eder: “Çalışmak üç büyük beladan bizi korur: Can sıkıntısı, kötü alışkanlıklar ve yoksulluk.”
Ancak daha sonra sahneye de aktarılan eserin İstanbul bölümü nedense çıkarılmış.
Ünlü şiirlerde İstanbul
Sergide pek çok ünlü şairin İstanbul’da geçen şiiri de var. İzlandalı şair William Butler Yeats “ben de bu yüzden denizleri aşıp geldim/ bu kutsal Bizans şehrine” derken Lord Byron ünlü Don Juan adlı eserinde 5. 6. Kantolarda istanbul’dan bahseder. Ona göre İstanbul önce hapseden sonra özgürleştiren bir şehirdir.
Sergide Victor Hugo imzalı eser de görülebilir. Hugo’nun henüz yirmili yaşlarındaki yazdığı Les Orientales adlı kitabında sadece İstanbul değil İzmir, Trabzon, Erzurum gibi şehirler de geçer. Benim ilgimi çeken bir kitap ise çiçeklerin dili üzerine yazan Lady Mary Wortley. Eşinin görevi nedeniyle bir süre İstanbul’da yaşayan Leydi Montagu’nun bir 1688’de yayınlanmış bu kitabında insanların birbiriyle konuşmadan yazmadan nasıl çiçekler, meyveler gibi simgelerle konuştuğunu anlatıyor. Ancak nedense bugüne kadar Türkçeye hiç çevrilmemiş.
Bu arada yazarın İstanbul›da yazdığı mektuplar (Şark Mektupları) ölümünden sonra 1763 yılında kitap halinde yayınlanınca Avrupa’da da ilgiyle okunmuş ve Türkçeye de tercüme edilmiş.
Jules Verne İstanbul’da
Sergide dikkat çeken eserlerden birisi de dünyaca ünlü yazar Jules Verne’in romanına adını veren Kéraban Ağa. İstanbul’da yaşayan varlıklı ama cimri bir tütün tüccarın hikayesi anlatılan roman İstanbul boğazında başlayıp Karadeniz kıyılarında maceralı bir yolculuğa dönüşüyor. İstanbul’da bir Ramazan ayını tasvir eden Verne’nun hiç İstanbul’a gelmese de iyi bir araştırmacı olduğunu söylemek mümkün.
Hâlâ yazılmaya devam ediyor
Modern Batı edebiyatından isimler ve eserler de sergide dikkat çekiyor. Andrev Finkel’in İkinci Eş Serüveni, Jean Bell imzalı Kösem Sultan/Topkapıda bir Gelin ya da Maureen Freely imzalı Bizans’a Yolculuk kitabı yeni nesil kitaplardan. Ancak bugün de klişeler hiç değişmemiş. Bu arada sergi boyunca İstanbul temalı film gösterimleri ve çocuklara, yetişkinlere atölye çalışmaları yapılacağını da duyuralım.
Harem romanları ağırlıklı
Fransız yazar Jean Racine’in Bajazet isimli trajedisi, ilk defa 1672’de Paris’te sahnelenir ve aynı yıl yayımlanarak oryantalist edebiyatın öncü metinlerinden olur. Racine, mekân hakkında kitabın başında bilgi verir; olaylar sarayda, çoğunlukla haremde geçer. İktidar hırsı, aşk üçgeni, saray entrikaları gibi cazip konularla bezeli oyun cinayet, intihar ve kardeş katliyle sonlanır. Sergilenen kopya ise Racine’in bütün oyunlarını kapsayan ilk ve yazar tarafından düzeltilmiş son baskısı. Sergide ona 1937 ve 2019’da Fransa’da yapılan uyarlamalarıyla bağlantılı diğer görsel malzemeler eşlik ediyor. Dikkat çeken bir ayrıntı da şu: Batı’da harem romanlarının kimisi Osmanlı kadınlarının ismiyle yazılmış. Bunlardan birisi de sarayda yaşamış ve bu gözlemlerini Leyla Hanım adıyla kaleme alan Adriana Delcambre Piazzi adlı Fransız yazar. Harem- Leila Hanoum adlı kitap da sergide yer alıyor.
Selim İleri’den son yazı
Sergide yer alan 1810 tarihli bir el yazmasındaki bir yazı aslında bu serginin de bir anlamda özeti gibi: “Pera’yı gören, bir daha unutmaz.”
Ama ben sözü serginin kataloğuna bir yazıyla katkı sunan ve sergi açılmadan hayata veda eden yazar Selim İleri’nin Ölümsüz İstanbul başlıklı yazısındaki şu cümlelerliyle bitireyim: “Meşher’de açılması tasarlanan Hikâye İstanbul’da Geçiyor sergisi için beni aradıklarında evde, uzun süreden beri yalnızlıkla baş başaydım. Telefondaki zarif sesi dinledim: Sergiye gidebilecek miydim; gelecek yıl Ocak, sağlık koşullarım el verecek miydi? Hangi yapıtlar, neler, bilmediğim kim bilir ne çok edebiyat, sanat fırtınası…”
Sahiden de sergide üzerine konuşulacak pek çok yazar ve tartışmaya açılacak epey konu başlığı var. 13 Temmuz’a kadar açık sergiyi mutlaka görün.
KAYNAK https://www.yenisafak.com/hayat/batidan-gorulen-istanbul-baska-4675544