İnsan, geldiği dünyayı anlamlandırmak ister. Sanat, hem yaşadığımız dünyayı hem de kendimizi anlamlandırmada bize kılavuzluk eder; farkındalık kazandırır.

Tolstoy, Sanat Nedir adlı kitabında sanatı farklı açılardan yorumlarken, sanatın insana özgü bir etkinlik olduğunu vurgular. İnsanın duygu ve düşüncelerini başkalarına aktarma yeteneği olmasaydı, hayvandan farkı kalmayacağını hatırlatır. Tolstoy’a göre sanatın temel amacı, kişiyle toplum arasında bir empati köprüsü kurmaktır.
Güzel Söz Şifadır
Sanatın amacını pek çok bilim insanı ve sanatçı psikolojik açıdan ele almış, bu alanda çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalarda sanatın kusurlarımızı fark etmemize, en sıradan ikilemlerimizi çözmemize yardımcı olduğu; şifa olma işlevine sahip olduğu vurgulanır.

Ben bunu Yunus Emre’nin kırk yıl boyunca eğri odunları bırakıp düz odunları taşıma hikâyesine benzetirim. Aslında Yunus, bu yolculukta kendi içindeki doğruyu bulur. Eğri odun “kötü söz”, düz odun ise “güzel söz” olur onun dilinde. Bu şifalı dil, zamanla toplumda karşılık bulur.
Çünkü sanat, insanlık tarihinden bu yana en güçlü iletişim araçlarından biri olarak var olmuştur ve olmaya devam etmektedir.

Geçmişten Bugüne Sanatın Gücü
Bu topraklarda sanatın şifa dili kimi zaman bir hikâyeye, kimi zaman bir masala, bir şiire ya da bir mimari yapıya dönüşür. Geçmişte uzun kış gecelerinde dinlenen hikâyeler ya da çocuklara anlatılan masallar, iç dünyamızdaki pek çok duygu ve düşünceyi, hayal kırıklıklarını, acıları ve sevinçleri estetize ederek bizimle yüzleştirirdi. Bir anlamda hayatın ve aşkın peşinde bir bilgelik yolculuğuna çıkarırdı insanı.

Meddahlar, âşıklar, Karagöz ustaları; geleneklerimizden yola çıkarak insanın kendine, ailesine ve topluma karşı sorumluluklarını en tatlı dille, oyunlarla anlattılar. Çünkü hikâye, masal, tiyatro ve müzik gibi sanat dalları, doğuştan gelen bazı zayıflıklarımızı telafi ederek sınırlarımızı aşma gücü verir bize.
Sanat, en hassas yanlarımızla yüzleşmemize imkân tanırken bunun saklanacak ya da yadırganacak bir durum olmadığını da hissettirir. Unuttuğumuz, üzerini örttüğümüz kuyulara ayna tutar.
Bir Öğretmen Olarak Şehir
Geçmişte olduğu gibi bugün de şehir insanı, sanatın sağaltıcı gücüyle şifa aramaya devam ediyor. Çünkü insanın en temel çabası, beden ile ruh arasındaki dengeyi kurmak ve yaşadığı toplulukla bağlarını sürdürebilmektir.

Şehirlerin Ruhu kitabının yazarı Gülzar Haydar, şehirlerin insana “başka herkes” ile “ben” arasındaki farkları öğreten bir öğretmen olduğunu söyler. Ona göre şehir, bizi sezgisel ve düşünsel olarak sınırlarımızdan haberdar eder. Ancak bugün şehirler; mekân, uzaklık ve zaman duygusunun giderek kaybolduğu yerleşim alanlarına dönüşmüştür. Hızlı trenlerle işe gidip geliyor, plazalarda gün doğumunu ve batımını görmeden çalışıyor, birbirine benzeyen sokaklar ve binalar arasında yaşıyoruz.
Doğanın Renklerini Sanatta Aramak
Doğadan gittikçe uzaklaştık; tıpkı yaşadığımız semtler gibi hayatımız da tekdüzeleşti. Zihnimiz beton yığınları gibi grileşti. Doğadan kopuşun bir sonucu olarak beden ile ruh arasındaki denge de bozuldu. Bu yüzden şehir insanı olarak tekdüzeliğe ve aynılaşmaya sanatla direniyoruz.
Sanat Yol Göstericidir
Marcel Proust şöyle der:
“Okuma süreci içinde her okur aslında kendini okur. Yazarın ürettiği eser yalnızca optik bir araçtır.”

Buradan şunu söyleyebiliriz: Sanat bizi hayattan koparmaz; tam tersine hayatın tam ortasına bırakır. Kendimizi ve yaşadığımız evreni anlamamız için yol gösterici olur.
Gençlik İçin Sanatın Önemi
Taşrada doğmuş, büyümüş ve ilk gençlik yıllarını taşrada geçirmiş biri olarak şunun altını özellikle çizmek isterim: Okuduğum her kitap, izlediğim her film, gittiğim her tiyatro oyunu bana yaşadığım şehrin sınırlarının ötesini görme imkânı sundu.
Bir sanat eseri, muhatabına yeni bir bakış açısı kazandırırken kendi sınırlarını aşmayı da öğretir. Bu nedenle çocukların ve gençlerin sanatsal etkinliklerle temas hâlinde olmasını çok önemsiyorum. Gençlik yıllarında okuduğumuz bir kitap, izlediğimiz bir film, ezberlediğimiz bir şiir ya da gezdiğimiz bir sergiyle yıllar sonra yeniden karşılaşırız. Ve o an, bize nelerin değiştiğini gerçek bir dost gibi fısıldar.
Problemleri Çözmede Aracı Olur
Kültür sanat etkinlikleri yalnızca keyifli vakit geçirmemizi sağlamaz; aynı zamanda yaratıcılığımızı keşfetmemize de olanak tanır. Kendimizle ve yaşadığımız dünyayla ilgili yeni sorular sormamıza vesile olur. Böylece sanat, özgün düşünme ve problem çözme becerilerimizi geliştirir.
Sıklıkla söylenen “Güçlü olan kazanır” yargısının aksine benim savım şudur: Hayata ve problemlere esnek ve farklı açılardan bakabilenler daima kazançlıdır. Bu beceriyi de sanat kazandırır.
Eleştirel Bakışı Öğretir
Bir filmden çıktığımızda çoğu zaman ilk yaptığımız şey onu eleştirmektir. Bir sanat eseri üzerine konuşmak, hem kendi fikirlerimizi ifade etmemizi hem de farklı bakış açılarını fark etmemizi sağlar. Zengin bir dünyaya ancak farklılıkları görerek sahip olabiliriz; bunu da sanat eleştirileri aracılığıyla öğreniriz.
Kütüphanelerde Kendimizi Keşfederiz
Bugün özellikle gençlerin yoğun ilgi gösterdiği kütüphaneler, yalnızca zihnimizi değil ruhumuzu da besleyen kültür mekânlarıdır. Yazma atölyeleri ve okuma grupları, bireyi bir şifa yolculuğuna çıkarır. Çünkü edebiyat bilinçaltını kaleme alırken, psikoloji onun sancılarını görünür kılar. Okuma ve yazma, insanın kendi yaralarını keşfetmesinin en etkili yollarındandır.
Müzelerde Zamanı Anlamak
Müzeler, geçmişi ve bugünü birlikte düşünmemizi sağlayan mekânlardır. Bizi yaşadığımız çağın dışına çıkararak daha geniş bir zaman algısıyla düşünmeye davet eder. Bu da geleceği yorumlamamıza yeni ufuklar açar.
İyileştiren Mekânlar
Kültür sanat mekânları bireyin duygusal, zihinsel ve ruhsal iyilik hâline katkı sağlar. Müzeler, galeriler, tiyatro ve konser salonları yalnızlık hissini azaltır; benzer ilgi alanlarına sahip insanları bir araya getirir.
Bir Terapi Olarak Yazı
Bugün sanat, psikoterapi alanında da etkin biçimde kullanılmaktadır. Resim, şiir, film ve müzik terapileri giderek yaygınlaşmaktadır. Huzurevlerinde demans ve depresyonla mücadelede sanatın iyileştirici gücünden yararlanılmaktadır.
Deprem ve Göç Yaralarını Sardı
Savaş, göç ve deprem gibi büyük travmalarda sanat terapileri son yıllarda en sık başvurulan yöntemler arasındadır. 6 Şubat depremleri sonrası bölgede düzenlenen gezici kütüphaneler ve sanat etkinlikleri bunun somut örnekleridir.
Tarihi sokaklarda yürümek, eski çarşılarda geçmişin izini sürmek, bir camide tefekkür etmek ya da vapurda İstanbul siluetini seyretmek de ruhumuza şifa verir.
Sanat, insanlık tarihinden bugüne insanın iç dünyasına ayna tuttu; insan olduğunu hatırlattı, yaralarını sağalttı ve tekdüzeliğe direnmenin yollarını gösterdi. Bundan sonra da şifa olmaya devam edecek.















