Yazar Alim Kahraman vefat eden değerli akademisyen Orhan Okay’la yaptığı İstanbul sokaklarındaki yolculuklarını bir kitapta topladı. Bu gezilerde sık sık İstanbul’un kültür sanat etkinliklerini de birlikte takip ettiklerini söyleyen Kahraman, geçmişten bugüne kültürel etkinliklerde sayısal artışa rağmen kalitenin düştüğünü söylüyor.
Türk edebiyatının önemli isimlerinden olan Orhan Okay’ın vefatının ardından Büyüyenay Yayınları arasında Tanıdığım Orhan Okay adlı bir kitap çıktı. Alim Kahraman tarafından hazırlanan kitap yazarın Okay ile birlikte yaptığı İstanbul gezilerini ve bu gezilerde çekilen fotoğrafların arkasına düşülen notlardan yola çıkılarak hazırlanmış. Yazar Alim Kahraman’la hem bu kitaptan yola çıkarak İstanbul’un kültür sanat dünyasını konuştuk hem de geçmişten bugüne bulunduğu edebiyat ortamlarının hikayesini dinledik.
Geçtiğimiz aylarda Büyüyen Ay yayınları arasında okurla buluşan Tanıdığım Orhan Okay kitabınız hatıra, fotoğraf ve gezi üçgeni üzerinden eski İstanbul’a götürüyor. İlk Süleymaniye’de bir buluşmada başlayıp en son İSAM’da biten bu yolculuğun hikayesi nasıl başladı?
Belki şunu belirtmekle başlamam lazım; bir şahsiyet var kitabın odağında. O şahsiyetin, kişilik oluşumu üzerinde duruluyor. Kronolojik bir biyografi çalışması yaptım ayrıca. Mekân ise o şahsiyete bağlı olarak İstanbul… Bununla beraber bazı Anadolu şehirlerine de uzanıyor söz. İstanbul, kişilik oluşturucu işleviyle birinci sırada. Benim rolüm büyük oranda gözlemcilik. Ancak tanıklıklarım, izlenimlerim, çektiğim fotoğraflar, en azından bu kitabı düzenleme planındaki yorumlarım birbiriyle karışarak bir halita halinde kitabı oluşturuyor.
Okuru İstanbul’un dünü ve bugünüyle buluşturuyorsunuz…
Evet, İstanbul’u eski İstanbullu bir beyefendinin gözünden izliyor okuyucu. Onun anıları, kendine özgü izlenimleriyle gittikçe zenginleşen ve derinleşen bir açıdan. Hemen hemen tüm İstanbul var. Ancak Orhan Okay’ın hayata uyandığı bir semt olarak Balat, kendine has bir yer tutuyor. Fatih, gezmek için birkaç gün ayırdığımız semtlerden biri. Şehzadebaşı, Beyazıt, Babıâli, Üsküdar, Çengelköy ve Boğaziçi’nin Anadolu yakası, Beykoz’daki yalıya yaptığımız ziyaret sebebiyle Ahmet Midhat ve Muallim Naci ailesinin bazı üyeleri, Levent ilk sıradaki mekanlar olarak sayılabilir.
FATMA NİGAR’IN GELİNİYLE TANIŞTIK
Bu ziyaretlerden sohbetlerden sizin için yeni dostluklar doğdu mu?
Bir Fatma Nigâr Hanım vardır. Ahmet Midhat’ın torunu, Muallim Naci’nin kızı oluyor (biliyorsunuz Muallim Naci Ahmet Midhat Efendi’nin damadıdır). İşte o Fatma Nigâr Hanım’ın gelini Terhan Hanım hayatta; onunla ve çocuklarıyla tanıştık. Leventteki evine ve Beykoz’daki Ahmet Midhat Efendi yalısındaki yazlık dairesine davet etti bizi. Çocuklarının isimleri Naci, Fatma Nigar ve Leyla Nigar. Onlarla da görüştük.
Kitapta en çok Orhan Okay’ın çocukluk yıllarının geçtiği Balat’ı ziyaret ediyorsunuz. Orhan Okay’ı bu semtten besleyen unsurlar için neler söylersiniz?
Bu semt, eski Osmanlı unsurlarını bir mozaik olarak içinde taşıyor. Müslümanlarlarla Yahudi, Hristiyan ve diğer bazı azınlık unsurların iç içe yaşadığı, komşuluk yaptığı insan öğesindeki çeşitliliğiyle zengin bir semt orası. Okay böyle bir ortama açıyor gözlerini. Dolayısıyla böylesi bir hayat deneyimi bir gözlem zenginliği yanında farklı kültürlere, kendi kimliğini kompleksiz bir şekilde koruyarak yaklaşma imkanını da sağlamış oluyor.
İstanbul sadece Orhan Okay için değil sizin için de çok kıymetli bir şehir. Sizin İstanbulunuz neresidir?
O konu eskilerin deyimiyle “bahs-i diğer”dir. Kendi İstanbul’umu anlatma hakkımı saklı tuttum. Uzun yıllar Üsküdar’da yaşadım. Fakülte yıllarımda Bayazıt ve Fatih’teydim. Üsküdar başta olmak üzere İstanbul üzerine yazılar yazdım, kitaplar hazırladım. Fakat kendi İstanbul’umu yazdım sayılmaz henüz. Bu kitabın hazırlığı sırasında kafamı çok meşgul etti bu konu.
SÜLEYMANİYE UNUTULMAZ
Kitapta Orhan Okay’dan çektiğiniz fotoğrafların arkasına yazı yazmasını istiyorsunuz. Bu yazılardan sizi en çok etkileyen hangi not oldu?
Abarttığımı düşünmeyeceğinizi bilsem hepsi derdim. Vakit veya satır doldurmak için kelam etmeyi sevmezdi Orhan Okay. Onda hafıza ve zekayla beraber işleyen bir dikkati vardı. Notları okuyanlar fark edecektir bunu. Sahaflardaki çınarın kaç yaşında olduğunu, 70-80 yıl önce “Edirnekapı Ortaokulu” levhasında aslında ne yazılı olduğu, yetmiş beş yıl sonra karşılaştığı çocukluk arkadaşının kim olduğunu bu dikkati sayesinde öğreneceklerdir. Okay’daki görsel dikkati yansıtan şu satırları da aktarayım buraya: “Süleymaniye’nin benim en çok sevdiğim görüntüsü. Herhalde 60 küsur yıl önce ilk keşfettiğimden beri buraya gelince hep bu aradan geçmek isterim. Bunu Sinan da böyle görmüştür muhakkak.”
Hangi kare hangi an bu geziyi en güzel anlatıyor size göre? Neden?
Bir önceki cevabı tekrarlamak istemem. Bir seçme de bunun için yapayım: “Çengelköy Dalyan. Demek vaktiyle dalyan kurulurmuş. Boş, metruk, kırlık bir araziydi. Yazları, orta taraflarında bir yerde bahçe sineması kurulurdu. Perdesi denize taraftı. Film seyrederken bazan arkadan bir vapur geçer, seyircilerin gözleri bir süre onu takip eder, sonra yine perdeye dönerdi. Ben bu kıyılarda çok yengeç, deniz kabukluları toplamışımdır.” Kişisel olanla tarihi olanın iç içe geçtiği, birkaç satırla bir hayat kesitinin canlanıverdiği bir an.
Orhan Okay ile birlikte sadece İstanbul’u gezmiyor aynı zamanda güncel sanat etkinliklerini de takip ediyorsunuz. Orhan Okay dışında sergileri ziyaret edip, sinema tiyatro vs birlikte izlediğiniz başka yazar dostlarınız var mı?
Zaman zaman oldu, oluyor. Bir tarihten sonra bu tür sergilere Orhan Okay’la gittik hep. Fuar gezdiğim, beraber film izlediğim, zaman zaman buluşup edebiyat sohbetleri yaptığım, hâlâ da yapmaya devam ettiğim şair, hikâyeci ve yazar arkadaşlarım var.
Bu tür etkinlikleri ilgiyle takip eden kimler var? Haftalık ya da aylık etkinlik planları mı yaparsınız?
Maalesef o kadar düzenli değil. Hele son yıllarda seçerek gidebiliyorum. Orhan Okay’la gittiğimiz sergilerde bazan Abdullah Uçman da katılırdı bize.2010-2011 yıllarında iki yıl Şehir Tiyatrosu Repertuar Kurulu’ndaydım. O dönemde düzenli olarak bir hayli oyun izledim.
ZARİFOĞLU’YLA ABİ KARDEŞ GİBİYDİK
Geçmişte böyle isimler oldu mu? O yıllarda tiyatro sinema sergi v.s en çok öne çıkan etkinlikler nelerdi?
Geçmişten bir isim anayım size: Rahmetli Cahit Zarifoğlu ile de bir ağabey kardeş yakınlığımız olmuştu. Benden on altı yaş büyüktü Zarifoğlu. “Dostum” hitabına muhatap oldum. Rahmetli Orhan Okay, ölümünden altı gün önce imzaladığı kitabında “dostlukla” diyerek aynı sözü kullanma lütfunda bulundu.
SAYI ARTTI KALİTE DÜŞTÜ
Dünden bugüne baktığımızda sanat etkinlikleri İstanbul’da ne durumda? Canlılığını koruyor mu, ne dersiniz?
Her şey sayısal olarak çoğalmış görünüyor. Ancak kalite bakımından da bir düzey yükselmesi söz konusu mu, üzerinde düşünmek lazım.
Bunun sebebi peki sizce nedir?
Çokluk her zaman kalite anlamı da içermiyor. Çokluğun içinde çok iyi programlar da bulunabiliyor, fakat bazıları sıra savmak kabilinden bir görüntü vermek için de yapılabiliyor. Onlara üzülüyorum.
DERGİ ÇEVRELERİ DAHA ETKİLİYDİ
İlk gençlik yıllarınızdan beri İstanbul’dasınız. Öğrencilik yıllarınızda nasıl bir edebiyat çevresi içindeydiniz. Hangi mekanlara giderdiniz?
Eskiden kültürel etkinlikler bu kadar çok değildi. Dergi çevreleri ise bugünkünden daha yoğun bir etkiye sahipti. Fakülte yıllarımda MTTB’nin Cağaloğlu’ndaki binasında Necip Fazıl’ı dinlemiştim. Çıkışta Üstadı yakından görmek nasip oldu.
Kültür sanatın öne çıktığı başka hangi mekanlar vardı?
Kubbealtı Vakfı’nın Çarşıkapı’daki tarihî binasında haftalık konferanslar olurdu. Kaçırmazdık. Mehmet Kaplan, Ö. Faruk Akün gibi kendi hocalarımız yanında, adını duyduğumuz bazı şahsiyetleri de ilk defa orada dinledik. Cemil Meriç, Ahmet Kabaklı, Mehmet Eröz şimdi aklıma geliveren isimler. Daha akademik bir ortamdı. Mesela Kubbealtı Vakfı, 1976 yılında bugünkülerin öncüsü sayılabilecek bir tezhip kursu açmıştı. Fakülte ikiden üçe geçtiğim yazdı. İlk öğrencileri arasına girdim. Mavera’yı tanıdıktan sonra o atmosferi teneffüs etmek, Cahit Zarifoğlu ve Rasim Özdenören’le buluşabilmek için İstanbul’dan Ankara’ya gitmeye başladım. Dergi buraya taşınınca biraz daha farklı bir durum oluştu. Mavera’nın editörlüğünü bana emanet ettiler.
CESARETİMİ TOPARLAYIP KARAKOÇ’U SELAMLADIM
Yeri neredeydi?
Büromuz, bugün turistik bir otel olan Büyükazimpalas Hanındaydı.Büyükazimpalas zamanla yayıncıların toplandığı bir mekân oldu. Dirilş’in yeri Çatalçeşme Sokağındaydı. İlk defa 1982 yılında gittim oraya Sezai Beyi ziyarete.
Sezai Karakoç’u ziyaretinizde neler konuşmuştunuz? O günle ilgili neler hatırlıyorsunuz?
Aslında bir tarihten sonra Sezai Karakoç’u düzenli ziyaretlerim oldu. O günlerle ilgili hatırladıklarım var belki daha sonra yazarım. İlk ziyaretimi yapmadan önceki bir anımı anlatayım: 1980’lerin başı. Ben o sıralar Bahçekapı’daki Sümerbank Alım ve Satım Müessesesinde çalışıyordum. Cuma günleri öğleden sonra Mavera’nın bürosuna doğru giderken tam Büyükpostane’nin önünde Sezai Karakoç’la karşılaşırdık. O da oradaki posta kutusuna bakmaya gelirdi sanırım. Herhalde yüzüne biraz dikkatli bakıyor olmalıydım ki, o da bir anlam vermeye çalışarak bana bakardı. Bir seferinde cesaretimi toplayıp selam verdim.
BÜYÜKAZİMPALAS YAYINCILIĞIN ADRESİYDİ
Yazarların müdavimi olduğu mekanları sorsak, geçmişten bugüne hangi yazarlar için hangi adresleri verirsiniz?
Aslında çoğunu söylemiş oldum. Bazı eklemeler yapayım: Ebubekir Eroğlu ve arkadaşları tarafından Yönelişler dergisi çıkarılıyordu. Yeri Büyükazimpalas’taydı. Erenler Kahvesi diye bir yer vardı. Yaşça bizim hemen arkamızdan gelen bir şairler kuşağı da orada buluşurdu. İhsan Deniz, Hüseyin Atlansoy, Necat Çavuş gibi Yönelişler’de yazan arkadaşları orada bulmak mümkün olurdu. Üç Çiçek diye bir şiir dergisi vardı. Haydar Ergülen, Adnan Özer, Birhan Keskin, Ali Günvar, Orhan Alkaya gibi imzalar yazardı. Onlar da Erenlere gelirdi. Mesela Mustafa Miyasoğlu’nun Suffe yayınları da Azimpalas’taydı.
BÜYÜK DEĞİŞİM SON ON YILDA YAŞANDI
Kitaptan fotoğraf çekmeye olan ilginizi öğreniyoruz. İstanbul’un geçmişten bugüne fotoğraflarını yan yana getirsek en çok değişen/değişmeyen semtleri mahalleleri sokakları hatta mekanları için hangi adresleri verirsiniz?
1980’den sonra Türkiye yeni bir değişim dalgası içine girdi. Bu dalga çok büyük oranda olmamak üzere İstanbul’u da etkiledi. Asıl büyük değişim son on yıldadır.
ZARİFOĞLU BORÇ HARÇ BİR FOTOĞRAF MAKİNASI ALDI
Yakın arkadaşınız Cahit Zarifoğlu’nun da fotoğraf çekmeye meraklı olduğunu biliyoruz. Birlikte fotoğraf gezileri yaptınız mı hiç? Ya da fotoğraf merakı üzerinden bir anınız var mı?
Bu sorunuzla beni duygulandırdınız. Bir hayıflanmamı hatırlattınız.Fotoğraf gezisini bir tarafa bırakın, arkadaşımız Ali Haydar Haksal’ın çektiği üç-dört fotoğraf dışında Cahit Zarifoğlu’yla aynı kare içinde bulunmamış olduğumu sonradan fark ettim. Hayatının son yedi yılı içinde birçok beraberliklerimiz oldu kendisiyle. Neden aklımıza gelmedi fotoğraf çekilmek? Bilmiyorum. Ancak şunu belirteyim, fotoğraf çekmenin sıradan bir iş haline gelmesi Zarifoğlu’nun ölümünden yılla sonradır. Zarifoğlu’nun gençlik yıllarında borç-harç bir fotoğraf makinası aldığını biliyorum. Benim de lise yıllarımda, bir süre bir makinam olmuştu. Söylediğim gibi kendine göre bir külfeti vardı o yıllarda fotoğraf çekmenin/çekilmenin.
ORHAN OKAY’IN FOTOĞRAFÇI GÖZÜ VARDI
Fotoğraf ve gezi tutkusu deyince edebiyat dünyasından hangi isimler aklınıza gelir? Birlikte geziler yaptığınız fotoğraflar çektiğiniz isimler var mı?
Ben hiçbir zaman iyi bir fotoğrafçı olmadım. Orhan Okay’a fotoğraf arkası yazıları yazması için birçok fotoğraf götürürdüm. O birbirine yakın fotoğraflar içinden en ele gelir olanlarını seçerdi. Okay’da fotoğrafçı gözü de vardı.
İSAM’DA BİR ÖMÜR GEÇTİ
Edebiyat ortamları, buluşmalar, sohbetler bugün hala canlılığını koruyor mu? Neler söylersiniz?
Canlılık var, ancak dirilik ne kadar?
Bunun sebebi sizce nedir? Yani dirilik neden yitirildi?
Dirilik algısı bana ait olabilir. İnsan kendi gençlik çağını daha “diri” bulabilir her zaman.
İSAM aynı zamanda yazan çizen ve akademisyenler için bir buluşma adresi? İSAM’daki bu dostluk ortamı için neler paylaşırsınız?
İSAM’ın benim hayatımda apayrı bir yeri oldu. 1993’ten bugüne hemen hemen her hafta en az bir gün olmak üzere orada bulundum/bulunuyorum. Yıllardır oradaki iç diriliğin içindeyim. Okuyucu olarak müdavimleri oluştu İSAM’ın. Bizim gibi orada bir projenin içinde olanlar var ayrıca. Unutulmaz bir tarihi var. Yıllarca beraber olduklarımızın bir kısmını ahirete yolcu ettik. Yahya Kemal’in “Eski Paris’te bir ömür geçti” diye bir dizesi vardır. İSAM’da bir ömür geçti. O hayattan bazı kesitler anlatanların çıkmasını dilerim.